29 Ağustos 2008 Cuma

Büyük Takım Gibi Kazandık


Kara Kartal'dan kamra'ya doğum günü jesti: Beşiktaş 4 - Siroki Brijeg 0

Serendipty - Chatlak arayıp sana bir kombine ayarlayabilirim dedi, eski açık dedi, şairler parkı dedi, Melih Cevdet dedi... Bir cümleye sığabilecek tüm güzellikler bir aradaydı. Önüyle ardıyla tam bir ritüele konuk oldum. Şairler Parkı'nda Melih Cevdet'e nazır buluştuk. Biramın ilk çeyreğini İlhan Berk anısına yudumladım. 3 yaşında müdavimleri de 50 yaşında ağır abileri de vardı Parkın. Besteler ardı arkasına söyleniyor, ses telleri tribüne akordlanıyordu.

Stada girmeden Kartal Yuvası'ndan formamı aldım ve hemen oracıkta soyunarak mabed kostümüme büründüm.

Maç başladığında takım, Antalya maçından daha derli toplu daha arzulu görünüyordu. Büyük takım olduğunu hatırlamış, turu değil asıl yarın çekilecek kuraları düşünüyor gibiydi. İlk yarı 1-0 bittiğinde kaçan en az 3 pozisyon vardı ki, ikinci yarıda gelecek gollere hazırlıyordu bizi. İkinci yarı başladığında Bobo sağ kanadın efendisi olarak 4 net tehlike yarattı. Bunlardan birini Serdar Özkan gole çevirdi, diğerleri eridi. Nihayetinde Bobo, attırmak güzel ama atmak daha da güzel demiş olacak ki, soldan Tello'nun ortasına narin bir dokunuşla farkı üçe çıkardı. 86'da Tello o kadar güzel aşırttı ki, içimden işte Sergen, işte Pascal, işte Mansız, işte Beşiktaş golü dedim.
Siroki Brijeg gerçekten cılız bir takım, bu yüzden takımın oyununu uzun uzadıya övmenin anlamı yok. Çıktılar kazandılar, yapmaları gerektiği gibi. Rakip küçük olunca Beşiktaş büyük durdu, durması gerektiği gibi.

Zapotocny-Sivok ikilisi sık geri paslarıyla bende bir soru işareti yarattıysa da bu ikiliyi ciddi bir maçta değerlendirmek daha sağlıklı olacak sanki. Yine de Zapata'nın topu oyuna sokma becerisi nicedir sahamızda görmek isediğimiz bir hareket. Holosko toparlanacak inşallah.

Söylediğim gibi bu maçı ölçü alıp takımı övmek de yermek de yersiz. Ama taraftar için bir kaç şey söylemek lazım. Kapalı, tüm mutlu maçlarda olduğu gibi bir zamandan sonra oyundan koptu hovardaca bir eğlenceye daldı. Hem eğlendi hem eğlendirdi. Dattiri Dat'lardan sonra bir Mexico dalgası örgütledi ki, görülmeye değerdi. Ama asıl haber değeri olan tüm stadı soyunmaya davet etmeleri ve büyük ölçüde başarmış olmalarıydı.

Bu akşam için Karakartalımıza teşşekürü boyun borcu biliyorum. İnönü'de kamra'nın doğum günü için hazırlanmış bir parti vardı sanki bu akşam. Her ne kadar doğum günü çocuğu anakara'da sade, gösterişten uzak bir akşam geçiriyor olsa da.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Büyük Takım Gibi Kazan Kartalım!


Serendipty - Avuç içlerim terledi, kalp ritmim hızlandı. Kolay mı, üç buçuk aylık bir ayrılıktan sonra bizimkiler yeşil sahalara kanat açıyor. Rakip Antalya. Aslında biraz kapalı kutu. Ne yapar, nasıl yapar bilmiyoruz. Hele iki yıl önceki 4-4'lük maçı düşününce durum biraz daha nezaket kazanıyor.
Maçtan önce Antalya Spor taraftarıyla bizim çocuklar arasında bir arbede yaşandığı haberi gelmişti, hatta sonucu ölümle sonuçlanabilecek bıçaklı pratikler yaşanmış. Neyse ki hayati tehlike atlatılmış. Daha maçın başında, saygı duruşu sırasında Antalya tribünlerinden gelen küfürler için ne söylenebilir? Hasan Doğan'ın anısına saygısızlık, yepyeni bir sezona en başından saygısızlık, olası bir saha kapatma cezasıyla Antalya Spor'a saygısızlık... Neyse buralarda oyalanmayalım.

Maç başlar başlamaz "eyvahh!" çekmemize neden olan bir atak yedik. Sivok kontrol etmesi gereken rakibine doğrudan hamle yapınca çalımı yedi. Gelen ortada kale büyük bir tehlike atlattı. Ardından bir tehlike daha, bir korner ve hoop golü yedik. Rakip stoper gelişine vurdu, Rüştü ne yapsın? Biz ilk kornerimizi 24. dakikada attık. Bu dakikalarda sadece Delgado bir şeyler yapmaya çalışıyor gibi görünüyordu. Bunun dışında takım keyifsiz bir temaşa sergiliyordu. Onca çabayla futbol sever haline getirdiğim sudabalık bile sıkıldı, uyuklamaya başladı. 29'da Delgado, maradona-messi cazibesiyle onsekize girerken Holosko'ya al-at dedirten bir pas çıkardı. Holosko'dan beklenmeyecek bir fiyaskoyla sonuçlandı bu atak. Sudabalık oyundan umudunu kesip çamaşırları asmaya gittiğinde, biz ikinci golü yedik. Volüm'ü duyup içeriden bağırdı "gol mü, attık mı?", hayır yedik, dedim mi mırıldandım mı bilmiyorum. Golün hemen ardından Serdar Özkan-Aydın Karabulut değişikliği geldi. Serdar'ın oyuna hareket getireceği belliydi; ama soldaki sorunun Tello'dan kaynaklandığı belliydi. Defansın solunda daha iyi bir alternatif olmadıkça Üzülmez tek seçenek diye düşünüyorum. Tello'yu orada kullandığında hem defans aksıyor hem de hücumda eksik kalıyorsun.

Bu minvalde ilk yarı bittiğinde sağda işlemeyen bir Holosko- Tandoğan ikilisi, solda iki gol hediye eden bir Tello-Aydın işbirliği vardı. Sivok ve Gökhan gibi B sınıf iki topçuyu da dörtlü defansın ortasına koyduğunda ikinci yarı için manzara nahoş görünüyordu.

İkinci yarı Antalya Spor'un iyice geriye yaslanmasıyla başladı ve belli oldu ki bizimkiler bu maçta mutlaka gol bulacak. Ama dakikalar ilerliyordu ve gol gelmiyordu. 65 olduğunda Rüştü, belki de maçı çevirdi. Bu maç son dakikaya kadar daha çok çevrildi ya neyse :)... 78 olduğunda nihayet umut ışığı geldi. Kaptan olduktan sonra daha çok sorumluluk alan ve gözle görünür bir aşama kaydeden Delgado golümüzü attı. Sudabalık'la golün sevincini yaşarken ikinci gol geldi, dakika 80.
Ama bu gol güme gidebilirdi. Holosko'nun ortaladığı yere önde Nobre, arkada Bobo hamle yaptı. Nobre önde topa kafası eli kolu nesi varsa hamle yaptı. Allahtan açık ara topa dokunamadı da Bobo ikinci golü tescil ettirdi. Geçen yıl oynadığımız Ankara Spor maçını hatırladım, allah korudu.
Maç bitmeye yüz tutarken bizim on sekizde Ali Tandoğan yerde sürdürdüğü mücadelede topa elle temas etti, her ne kadar Sultan Toroğlu penaltı dese de bence alakası yoktu. Tandoğan ilk kez bu kadar iyi niyetliydi. Hemen ardından üçüncü golü yemediğimize dua ettik. Sağ çaprazdan gelen sert şut uzak direkte patladı. Topun dönüşü Nobre'nin kafasından Boobo'nun önüne düştü. Bobo 51 metre sürdüğü topu kaleci Ömer'i de çalımlayarak filelere bıraktı. Geçen yıl yaşadığımız gibi bir son dakika çevirmesi yaşadık. Keyfimiz yerine geldi, ama şu işi son dakikaya bırakma işine Euro 2008'de yeterince doyduk. Artık biraz daha "büyük takım" gibi kazanmak bizim de hakkımız değil mi?

Ezcümle;
* Holosko'nun kesin dönüşe geçmesini bekliyorum, bu gidişle hem onun kariyeri hem de takımın durumu sallantıda,
* Gökhan Zan'ı yine sindiremedim,
* Üzülmez sol kanatta yerini almalı,
* Antalya sezona antisempatik başladı, ikinci bir Çarşı-Texas çekişmesine ihtiyacımız yok,
* Bu kene işi yeşil sahada da iş görmez mi?
* Üçüncü başladık, lider bitirelim.

14 Ağustos 2008 Perşembe

2008-2009 Sezonu Yine Hüsranla Malul -Yanılt Beni Kartalım!


serendipty - Az önce UEFA ikinci ön eleme maçını seyrettim: Beşiktaş-Siroki Brijeg. D Smart özürlüsü olduğum için maçı karşıdaki birahanede izledim. Maç 90+2'ye kadar 0-2 seyrediyordu. Ben o sıralarda yanımdaki genç Beşiktaşlı'ya skordan ne kadar mutsuz olduğumu, bu takıma en az 4 gol atmamız gerektiğini söylüyordum ki hoop golü yedik. Yani yine bildiğimiz Beşiktaş.
Maç boyunca gördüğüm şuydu, büyük takım olmanın herhangi bir şartını yerine getirmiyoruz. Oyunu kontrol etmek, skor avantajını yakaladığında rölantiye almak, belli bir kurgu içinde gol aramak gibi standart "takım olma" halleri bile bize çok uzak. 20. dakikada önce Uğur İnceman'nın becerisi, ardından kesilen topu takip eden Aydın Karabulut'un adrese teslim ortasıyla bu takımın en sempatik 'kaptan'ı Delgado'nun kafası ilk golü getirdi. İkinci gol 83. dakikada Serdar Özkan'ın ısrarcı mücadeleciliği ile sıfıra inerek kestiği topa Nıbre'nin dokunuşuyla geldi. arada geçen 67 dakika içinde sözü edilebilecek tek pozisyon Holosko'nun sol çaprazdan vurduğu ve rakip kalecinin kornere çeldiği toptu.
Bu maç üzerine analiz yapmak beni aşım aşım aşıyor. Bu işi futbolbilir abilere/ablalara bırakarak yapabileceğim şeye, tek tek topçular üzerinde dedikoduya yönelmekten başka çarem yok.

Kaleden başlayalım yani Rüştü'den. Geçen yıl yaşanan Porto faciası ve Euro 2008 Almanya performansıyla hatırladığımız Rüştü için bir şey söylemek istemiyorum. Onu Türk kulakburunboğaz'cılarına havale etmek en doğtusu olacak. Hala Hakan Arıkan'ın tek geçilmesinden yanayım. 90+2'de tehlikeli sayılabilecek tek topu içeri alması Suç Rüştü'de mi yoksa Temmuz başında ortakulak ameliyatı olmuş, 40'ına yaklaşan bir adamı kaleye koyan teknik heyette mi bilmiyorum. Rüştü konusunu kapatalım.

Defansın göbeğinde Sivok ve Zan vardı. Sivok fena değildi, hatta bir iki pozisyonda erken hamleler yaparak biraz Zago'yu hatırlattı diyebilirim. Gelelim Gökhan'a, bir pozisyonda rakip futbolcu öyle bir tekme salladı ki sol ayağına aldığı bu darbe sonrası sakatlanıp maçı terketmemesi ezberimizi biraz bozdu ama Gökhan Zan bildiğimiz gibi. Bu adamı Arsenal gerçekten istedi mi allahaşkına? Sağda, gelişinden beri içime sinmeyen, Ali Tandoğan vardı. Bir allahın kulu bu adama taç atışı yapılırken çizginin gerisinde durmasını söylemiyor mu acaba? Gerçi hakem görmedi ama Ali'nin kullandığı bu ihlalli taçlardan birinde takım gol atsa sevincim kuırsağımda kalacak. Solda Tello sırıtmadı, ama insan düşünüyor, bu adamı biz Üzülmez'in alternatifi olarak mı almıştık.

Defansın hemen önünde çift ön libero olarak Uğur İnceman ve Cisse yer aldı. Her ikisi için de benim görüşüm olumlu. İnceman Beşiktaş'lı olma yolunda çok mesafe almış. Canla başla çalışıyor. Elbette insanın aklına Koray Avcı gelmiyor değil. Nasıl geldi, nasıl gitti.

Orta sahada Delgado, Holosko, Aydın Karabulut üçlüsünü, ileride tek forvet Bobo'yu izledik. Geçen yıl teorik olarak Ricardinho ile orta sahanın göbeğinde çok şey beklenen Delgado bu yıl tek başına kalmış gibi görünüyor. Bu adamın tüm sevimliliğine ve futbol becerisine rağmen, takımın gereksinim duyduğu oyun kurucu olduğundan şüpheliyim. Kaptan olmak mücadeleci gücünü arttırmış gibi görünüyor. O bildiğimiz kırılgan halinden uzak, kora kor mücadele içinde gördük kendisini. Ama orta sahadaki yaratıcı kimlikten hala uzak. Hala bir Sergen'i yok bu takımın. Hadi Sergen'i bir yana bırakalım, bir Yusuf Şimşek ayarında oyun kurucusu da yok. Umudum Delgado'nun bu boşluğu dolduracak biçimde kendisini geliştirmesi. Tüm sempatime rağmen biraz karamsarım. Holosko, bariz bir gol pozisyonunu harcaması dışında fazlaca etkili görünmedi. Yine de geçen yıl olduğu gibi bu yıl da İnönü'deki maçlarda çok iş göreceği sinyalleri verdi. Bobo'nun adı hala çok güzel, ağız dolusu söyleyebiliyorsunuz bobbo diye.
Bu yıl Beşiktaşlıların izleyeceği adam soldaki Aydın Karabulut olacak. İlk golde Delgado'ya gönderdiği meşin yuvarlak bana Samsun Sporlu Rıfat'ı hatırlattı. hani şu Tanju'yu Tanju yapan gölgedeki kahraman. Aydın'ı bekleyen tehlike topla oynama sevdası yüzünden üç beş top ezdikten sonra tribünlerin tepkisini çekme olasılığı. İddialı bir topçu olacaksanız hata yapmayacaksınız. Tansiyonu yüksek maçlarda ne seyircinin ne basının ne de teknik ekibin toleransı yoktur. Ama şunu da söylemek lazım, Aydın Karabulut bu takımın en iyisi olma yönünde ilerliyor. Galatasaray'dan Arda'yla karşılaştırısak Aydın'ın güçlü fiziği ve takım oyunu içinde kalmayı bilmesi açısından daha üstün olduğunu söyleyebiliriz.

Ertuğrul Sağlam konusunda da bir iki şey söyleyeyim. Nobre ve Serdar Özkan değişiklikleri yerindeydi. Zamanlaması da oldukça iyiydi. Ama hani o görev başına gelirken vaat ettiği 'zevk veren futbol'dan bir iki örnek görsek artık diyorum. Sağlam yönetimindeki takımdan tek gördüğümüz bol adrenalin ve hayal kırıklığı.

Bu takımın bir de başkanı ve menajeri var. Ama ben bu ikili konusunda konuşabilmek için yeterince ayık değilim.

NOT: Bir avuç da olsa Beşiktaş taraftarı yine mesaj kaygısından imtina etmedi.

AL-KARA SEVDA: BEŞİKTAŞ


AlKaraKartal - Kime sorsanız taraftarı olduğu kulübü benzersiz kabul eder. Benim için de bu böyle. Beşiktaş benzersizdir. Oysa aynı zamanda diğerlerinden çok da farklı değil. Benzersiz; ama diğerleri gibi.

Yani benim klubüm de pek çokları açısından bir iktidar alanı. Kulübün baş koltuklarına kurulduklarında burunlarından kıl aldırmayan, herşeyin en doğrusunu bilen, asla ama asla yanlış yapmayan muktedirler. O koltuklardan indikleri anda koltukların yeni sahiplerini küçümseyen, onları iş bilmezlikle suçlayan, olumlu giden bir şeyler varsa kendilerinin eseri olduğunu iddia eden devrik muktedirler.

Koltuklar dolar boşalır. Biz hep aynı yerde dururuz oysa. Kalbimiz, sahaya çıkan 11 genç adamla birlikte altı pastan orta sahaya, rakip yarı alandan onsekize bir kuş gibi kanat çırpar. 90 dakika yaşam durur. Baş koltuklarda oturanlarla ilişkimiz söner. O koltuklarda oturanlar için tekinsiz kuru kalabalıklarızdır. Bizim içinse onlar kulübümüzün başına çöreklenmiş, varsıl iş bitiricilerdir. En azından başkanlardan nemalanmayan büyük çoğunluk için bu böyledir.

Taraftar olarak bizlerinde kusurları vardır. İşler iyi giderken en büyük olan bizim başkanımız olur mesela. Ama işler kötüyse o başkanı kendi evimizde yuhalayabiliriz. Teknik adamlardan daha bilgili, topçulardan daha yetenekliyizdir.

Ama yine de biz taraftarız, yani kalıcıyız. Ev bizim, klüp bizimdir. Karşılıksız destekleriz.

Bu blog küfretmeyenlere, karşılıksız sevenlere, muktedirlere mesafeli duranlara aittir. Beşiktaşlı olmayan misafirlere de açığız; ama temel futbol sevgimizin biricik nesnesi Karakartalımız'dır. Al-Kara bir sevdamız var...

Hoşgeldiniz.