24 Eylül 2008 Çarşamba

"Kanat" Açtı Sonsuzluğa

Yolun Açık Olsun


Başımı alıp gittim de ne oldu!
(Son Yazı)

Kazım Kanat - Hikâyenin sonu şöyleydi: Hani doktorlar, kanser tedavim için beni hastane odasına mahkûm etmişlerdi ya... Ben de başımı alıp Bodrum'a gitmiş, hayatımı bir yelkenlide geçirmeye başlamıştım ya...
Harika bir yazdan sonra bir otelde kaldım. Klimayı açıp, keyif çattım. Sonrası ne oldu? Ne olacak, kuyruğu bacaklarımızın arasına kıstırıp, hastaneye geri döndük. Hem kanser hem de zatürree olmuşum. Kanseri yendik! Zatürreede dalga geçtik!
Ama... Aması şurada... Anlatayım...
Kanseri bir kez daha yenmenin mutluluğunu yaşarken, mutsuz oldum. Bodrum'da cehennem gibi sıcakta ilk kez bir şey yaptım. Eşim Sevinç için yaptırdığım klimayı çalıştırdım, karşısında uyudum. Sonuç felaket! Bir süre sonra nefes alamaz, yürümekte zorluk çeker oldum. Oğlum Mesut'un yemin töreni için gittiğim Kars'ta yüksek rakımda kötü oldum. Hikâyenin şimdiki sonu şöyle; ciğerlerime klimadan dolayı virüsler girmiş, mantarlar oluşmuş. Sürekli antibiyotik ve oksijen tedavisiyle ben değil, doktorlar savaşıyor. Komik olan da şu: Bir mantarı yenmek, kanseri yenmekten biraz zor olacak.
Okurlara!
Kimsenin moralini bozmak istemem. Hele benim, kanser yoldaşlarımın asla... Zaten onlara güzel haberlerim var. Kanseri 'akıllı bomba' ismi verilen bir ilaçla yendim. Elim kalem tutunca söz, her şeyi yazacağım. Biraz sabır ve anlayış, lütfen. Biliyorum ki ben sizler için umudun umuduyum!
Teslim olmak yok, geri çekilmek yok. Savaşa devam!
Sevgili okurlar!
Ne zaman iyileşirim bilmiyorum. Tek bildiğim şey, yazabileceğim an yazacağımdır.
Özel mesaj: Bu, hastane odasından yazılan belki de çok duygusal, belki de okurları ilgilendirmeyen mesajdır. Bu mesaj benim her zamanki dostum Hıncal ustaya. "Beni niye aramadın?" deme. Ama sana ulaşmam ancak bu şekilde oluyor. Ulaşsam bile konuşamam ki! Hıncal ağabey, bir aydır, hastayım kimselere söylemedim. Şu zor günlerimde kırıcı ve incitici söz ve yazıların (Benim üzerimden, benim iyileşmem için çırpınan Genel Yayın Yönetmenim Ergun Babahan'ı eleştirmen de şık değil) beni ve seni sevenleri çok üzüyor. "Kardeşim," dediğin Kazım'ı 40 yıldır binlerce yazısından tanırsın. Bilirim seversin de... Bir söz için bana düşman oldun. Ricam şudur; şimdilik biraz bekle, lütfen. İyileştikten sonra o kırıcı ve incitici eleştirilerini yapmaya devam edersin. O zaman bile tek kelime söylemem! Öyle değil mi Öcal ağabey, Haşmet kardeş?

22 Eylül 2008 Pazartesi

MAÇIN ON BİRİ (Beşiktaş-Gaziantepspor Süper Lig 21.09.2008)

Kamra-1. Ertuğrul Sağlam kendi sahasında oynadığı maçta takımın tek oyun kurucusu Delgado ve en etkili hücumcusu Holosko’yu yedek soyundurarak Gaziantepspor’un kafasını karıştırdı. Ne yapacağını şaşıran Antepli oyuncular ilk on dakikada dört pozisyon bir gol yedi.

2. İlk yarıda takımda oyun kurucu görevini top süremeyen, pas atamayan, her ikili mücadelede öyle ya da böyle yere düşmeyi başaran Nobre ve kaleci Hakan Arıkan üstlendi. Hakan Arıkan ilk yarıdaki tek golün asistini yaptı. Maç. boyunca tek yaptığı da bu oldu.

3. Gaziantep ilk on dakikadan sonra toparlandı. Orta sahayı teslim aldı. Ancak pozisyon üretemedi. İkinci yarının hemen başında en etkili hücumcusu sahtekarlıktan çift sarılı kırmızıyı yiyene kadar en azından beraberliği kurtaracak bir futbol oynadı. On kişi kaldıktan sonra bile Beşiktaş’tan daha istekliydi.

4. Bobo düşünceliydi. Maçın üçüncü dakikasında önüne düşen topa sert vurdu, gol oldu. Daha sonra önüne düşen toplara da vurdu. Onlar gol olmadı.

5. Tekme tokat kavga ettikten sonra takımdan uzaklaştırılan İbrahimler (Toraman ve Üzülmez) affedildikten sonra ilk kez forma şansı yakaladılar. İkisi de hiçbir şey olmamış gibi kendi klasiklerini oynayarak ne kadar profesyonel olduklarını cümle aleme gösterdiler. Fakat saha içinde hiç yakınlaşmadıkları da dikkati çekti.

6. Beşiktaş dört gün önceki Uefa kupası (Metalist) maçındaki gibi son paslarda beceriksizdi. Rakibinin ceza sahası çevresinde bıraktığı boş alanları ve defans hatalarından doğan fırsatları cömertçe harcamayı bildi. Attığı üç gol maçın kolaylıkla beşlik olabileceğinin bir göstergesiydi.

7. Beşiktaşlı oyuncular (İbrahim Toraman, Bobo, Nobre ) takım iki-sıfır öndeyken, karşı takım on kişi kalmışken üç sarı kart görmeyi başardılar.

8. Defansın göbeğinde Zapotocny ve Sivok yine güven veren bir futbol ortaya koydular. Zapotocny, Ertuğrul Sağlam’ın bütün ısrarlarına rağmen seksen dokuzuncu. dakikada ileri çıktı ve Beşiktaşın son ve maçın en güzel golünün asistini yaptı.

9. Beşiktaş’ın en istikrarlı oyuncusu Serdar Kurtuluş oldu. Oyundan çıkana kadar görevlerini eksiksiz yaptı. Topu yere indirdi. Attığı pasların yerine ulaşmasına özen gösterdi. Top kesti.

10. Ertuğrul Sağlam ikinci yarıda oyuna üç hücumcu sokarak galibiyetie kadar istediğini gösterdi. Holosko (kırk altı) Delgado (altmış dokuz) Batuhan (seksen dokuz) Ne var ki onlar oyuna girdiğinde maç zaten bitmişti.

11. Beşiktaş, kendi sahasında Gaziantepspor!u üç-sıfır gibi net bir skorla yenerken, yine muallak bir oyun ortaya koydu. Eleştirileri sonuna kadar hak etti. Gaziantepspor’un geçen hafta kırmızı kartla cezalı duruma düşen defansı ve orta sahanın en etkili oyuncularına (Deumi, Mehmet Yozgatlı) ve sakat olduğu için oynamayan ve ikinci yarının hemen başında atılan ileri uçun en etkili oyuncularına (Beto, Ferreira) duacı oldu.

İnönü Kanatlarımızın Altında
(Beşiktaş 3 - G.Antep 0)

Serendipty - 'Güzel günler göreceğiz çocuklar/ Güneşli günler/ İnanın çocuklar'. Metalist maçında İnönü tribünleri futbol olarak güzel günleri ne kadar özlediğimizi Nazım'ın dizeleriyle dile getiriyordu. Bu akşam bu özlemin meteorolojik olarak da ne kadar geçerli olduğunu gördük.
İstanbul'da hava ani bir çalımla hepimizi yerlere sermek konusunda öyle mahir davrandı ki bu akşam hasta battaniyemin altında ıhlamur kokularıyla bir tv seyrine hazırlanırken, telefonda chatlak gecenin dirilten kehanetini savurdu: 'Beşiktaş adamı iyi eder'. Karşı konulmaz bir çağrıydı bu. Gidecektim elbette, gittim de, iyi ki de gittim.

Yağmur öyle bir hızlandı ki maçın başlamasını alt tarafla üst tarafı ayıran koridorda bekledik. Bütün önlemlerimizi alıp tribünlere doğru seğirtirken yağmurun biraz ara vermesine hep birlikte sevindik.

Duran yağmur, meğer Beşiktaş'a sen yağ diyecekmiş. İlk on dakikada sayı tahtası 4-0 yazsa yeriydi. Yazmalıydı da...

Ertuğrul Sağlam'ın ik onbiri hem tribünlerin hem de Nurullah Sağlam'ın ezberini bozmuştu. Biz bu tertibin tam olarak nasıl işlediğini ancak 15. dakikada çözebildik. Delgado yok, Holosko yok, Uğur yok; ama İbrahimler var. Delgado'nun görevini Serdar Kurtuluş üstlenmiş. Tello'nun sürekli içerilerde dolaşması, bizim sol kanat oyuncumuz yok galiba yorumlarına neden olurken İleride de Bobo - Nobre ikilisiyle gol arıyoruz..

Çok da aramadık o golü, ilk dakikada Hakan Arıkan'ın degajı 6 saniye sonra Antep ceza alanı üstünde sekti, 7. saniyede Bobo vurdu ve topun ağlarla buluşması denen o 'büyülü büyü' gerçekleşti. Beşiktaş, "ben büyük takımım, büyük oynarım" der gibi 10 dakika boyunca bastırdı da bastırdı. Sayı artmadı ama keyfimiz gıcırdı doğrusu.

Sonra Antep sazı eline aldı, bol pas yaptılar. Ayağa, yerden düzgün paslardı bunlar. Aykut Kocaman'ın takımlarını hatırlatıyordu bu pas trafiği. Ama Antep'in topa daha çok sahip olduğu dönemler de dahil, maç boyunca tehlikeli bir atağını görmedik. Bu nasıl kaçar diyen bir Antep'li yoktur sanırım bu akşam. Antep'in pozisyon üretememesinin en önemli nedenlerini şöyle sıralayabiliriz belki, a- Nobre önde çok bastı, çok hırpaladı; b- Serdar Kurtuluş göbeği çok sevdi, pek çok atağı olgunlaşmadan engelledi; c- Zapatocny-Sivok aşısı bu takımda ciddi bir biçimde tuttu.

İnönü'de gol yememe alışkanlığımızı sürdürdük. 11 resmi maçımızdan da puan çıkartmayı başardık. Bu gidişin Metalist maçında da sürmesi en büyük dileğimiz. Tabi bu dileğin sürmesi için yerine getirilmesi gereken bazı şartlar da yok değil. Herşeyden önce sol kanatta kalıcı bir çözüm gerekiyor. Tello, toptan soğumuş gibi bir görüntü veriyor. Artık futbol Üzülmez'in oynadığı gibi oynanmıyor, malesef bu böyle. Onun önünde de toptan soğuduğunu hissettiren Tello olunca ilk yarıda takım soldan tek bir atak bile gerçekleştiremedi. Beşiktaş yönetimi Tello'yu göndererek Seric'e bir kontenjan açabilir mi? Açsa iyi olur mu? Tello geldiği günden bu yana Beşiktaş'ın aradığı sol kanat adamı olduğunu gösterecek hamleler yaptı mı? Bu soruları çoğaltabiliriz. Ama yanıtlar ne olursa olsun, sol hat için ciddi bir girişim şart gibi görünüyor.

Baba Hakkı'dan bu yana bu takıma damgasını vuran pek çok topçu geldi geçti. Yakın zamanda Sergen, Ronaldo, Zago, Guinti, Pascal, Mansız... kimler kimler. Eğer böyle giderse Zapatocny'de bu takımda efsaneleşebilir. Kaleci Murat'ın degajını keserek 75 metre top sürdükten sonra Nobre'ye öyle bir top çıkardı ki, defansif özellikleri ekmek kadayıfıysa ofansta yaptığı bu varyete de üstüne kaymak oldu. Tam 5 yıldır özlediğimiz hareketlerdi bunlar.

Bu akşam için bir parantez de Nobre için açmak gerekecek. Açık söylüyorum, her kaybettiği top sonrası eliyle koluyla hakeme itiraz etmesini sevmiyorum Nobre'nin. Bir Ahmed Hassan vardı hatırlarsınız, ben böyle ağlak adam görmemiştim. Nobre de Hassan'ın başka bir versiyorunu. Hele FB'de oynarken Samsun Spor maçında kaleci Kerem'i attırmasını hala hazmedemiyorum. Ama ne yalan söylemeli, bu akşamın bir yıldızı Zapatocny'se diğeri de Nobre'ydi. O kadar çalıştı ki, o kadar gol istedi ki, atamasaydı içimde kalacaktı.

Mutluluk verici bir akşam oldu, darısı sezonun başına.

19 Eylül 2008 Cuma

Kadıköy: Bir Uzun Yol Hikayesi

Beşiktaş: 1 - Metalist Kharkiv: 0



Serendipty - Geçen yıl Bayern Münih, Şampiyonlar Ligi'ne yaraşacak bir oyunla UEFA kupasında sahne almıştı. O ne maçlar, peşpeşe abluka altında alınmış rakiplerin perişan edildiği. Galatasaray'lı bir arkadaşım, final Münih'le bize yakışır, demişiti. Ne oldu? Pek çok insanın adını geçen yıl duyduğu Zenith, deste boy klasmanından gelip kupayı kaşla göz arasında kaptı.

Geçen yılı hatırlamamın bir nedeni var elbette. Hani bu yıl UEFA finali Kadıköy'de oynanacakya, Bayern'e kısmet olmayan kupa bu yıl Kadıköy'de bize nasip olur mu ki diye düşünüyorum.

Maça hızlı başlayan Beşiktaş'ın bugün şanssızlığı da vardı. Holosko pek çok karşı karşıya pozisyonda rakibinin parmak ucundan seken toplar nedeniyle başarılı paslar çıkaramadı. Delgado ilk yarı biraz parlar gibiydi ama ikinci yarı hiç yoktu desem yeridir. Hele ki, 70. dakika değişiklikleri takımın görüntüsünü iyice bozdu. sahada pek bir şey yapmaz görünen Tello ve Nobre çıkınca üst üste baskı yemeye başladık. Serdar Özkan bildiğiniz gibi... Bobo da çok etkili olamadı. Ama onların etkisizliği rakibe güven verdi ve maçın son dakikaları bizim için gerçekten sıkıntılı bir hal aldı.

Sanki deplasmanda oynamışcasına Sağlam'ın gol yemeden kazanmış olmamızı avantaj sayması, kanıma dokundu desem yalan olmaz. Gol yemedik ama kendi sahamızda bir adet ittire kaktıra gol attık. Maç bittiğinde Eski Açık sakinlerinin yüzü asıktı bir parça.

Defansa ve bugün ilk kez bir resmi maçta seyrettiğimiz Seric'e bir paragraf ayıralım. Zapatocny şu anda olduğu yeri en çok benimsemiş futbolcu gibi görünüyor. Beşiktaş takım olarak travmatik gelişmelere abone olmaz da iyi bir maraton çıkarırsa Zapo daha da büyür gibi görünüyor. Sivok bugün bir kaç kez yüreğimizi ağzımıza getiren hata yaptı. Fatura ağır olabilirdi, ancak Metalist forvetleri adisyona çizik atmaktan imtina ettiler. Ya da şanssızdılar diyelim.
Seric ilginç bir topçu. Bir ara acaba Tello yine geride oynasa da onun önünde Seric mi bindirse diye düşündüm. Soldan çıkışları çok sürpriz ve rakibin ters ayakta yakalanmasını sağlıyor. Ama geride bıraktığı derin boşluğu kim doldurur bilinmez. Ya da o boşluktan bize kaç adisyon çiziği çıkar diye endişeleniyor insan.

Evet gol yemedik, bu sevindirici. Bu sezon İnönü'de gol yemiyor olmamız da sevindirici. Hatta üstüste 10 maç kazanmış olmak da umut veriyor. Ama Kadıköy bir uzun yol kaptanının deneyimini, sabrını ve becerisini gerektiriyor.
Bu takımda, bu teknik ekipte ve bu yönetimde bu türden hasletler var mı emin değilim. Ama erken yazılardan birisinde de söylediğim gibi: Yanılt Beni Kartalım.

Son söz yerine:
Metalist'in defansında adını bilemediğim bir 30 numara, forvetinde de yine adını bilemediğim bir 50 numara vardı. Ten renklerinden Ukraynalı olmadıkları belli olan iki topçu. Ey Sinan Engin, bu adamaları neden biz bulamayız da Gordonlara mahkum oluruz.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Trabzon 0 - Beşiktaş 0

Serendipty - Bu maç için yazacak çok bir şey yok.
Beşiktaş topa 57. saniyede dokundu. İlk atak 2. dakikanın ortalarına doğruydu. Savunmayı biraz önde kurmuştuk, mücadele profili yüksek gidiyordu maçın.
Gerçekten de sabaha kadar oynansa bir numara olmazdı bu maçta. İki iyi çıkış yapan iki takımdı Beşiktaş ve Trabzon, bu maçta bu çıkıştan nüveler aradım. Bulamadım.

Bu maç için yazacak bir şey yok. Hem iştahım da yok. Bu seferlik beni mazur görün.

Biraz daha iştahlı olduğumda Tello hakkında yazmak istiyorum. Bu takıma niye geldi, ne verdi, ne verebilir gibi sorulara yanıt bulmaya çalışacağım.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Yerevan


Bugün Türkiye karması, Ermenistan karmasını 2-0'la geçti. Bu blogda sadece Beşiktaş ile ilgili yazılar yazmak istediğim için bu maçın detaylarına girmeyeceğim. “Tanrı Madrid'i seyredebilmek için gökyüzünde küçük bir delik açmıştır” der İspanyollar. Umarım bu akşam Yerevan'daki bu tarihi buluşmayı Taksim Spor formasıyla Hrant Ağabey de bir aralık bulup izlemiştir.

soldaki ağabey hrant

BOBO Hakkında

Serendipty - Lige ara verildi ve bu hafta takımı sahada izleyememek beni başka türden bir uğraşa sürükledi. Ara ara bunu yapmaya çalışacağım. Tek tek futbolcular hakkında düşündüklerimi yazmaya çalışacağım. Bu serinin ilk maddesi Bobo.

Yanlış hatırlamıyorsam Deivson Rogerio Da Silva Bobo, Beşiktaş'a 2005-2006 sezonunun devre arasında, Gökhan Güleç ile birlikte kiralık olarak geldi. Geldiğinde kariyerinde Brezilya U-20 karması vardı. Tigana'nın zorlamasıyla 2006-2007 sezonunun başında da bonservisiyle Beşiktaş'lı oldu.

Özellikle geçen sene Bobo'nun ülke dışından çok önemli talipleri olduğu söylendi durdu. Söz gelimi Marsilya ısrarla istemiş Bobo'yu. Bu sezon başında yönetim, Bobo üzerine cin fikirler kurdu ve Pekin'de oynayacak Brezilya karması kadrosuna çağrılmasını bekledi. Hesap belliydi: Uluslar arası arenada boy gösterecek olan Bobo Brezilya karması oyuncusu olarak pazarlanacak ve yüksek paralara kolayca alıcı bulacaktı. Bu fikir çok da yanlış sayılmazdı, Bobo geçen yıl karmaya çağrılmış, 6 Şubat 2007'de oynanan İrlanda Cumhuriyeti maçında ilk on altıda yerini almıştı. Hesap tutmadıysa da cin fikirler umut kesmedi. 2010 Dünya Kupası elemelerinde Brezilya kadrosunda hala şansı vardı Bobo'nun. Ama Dunga bizim Bobo'yu yine görmezden geldi. Bu son görmezden geliş, cin fikirlilerin de umudunu kesmesine neden olmuş olacak ki, hafta içi başkan bir açıklama yaptı: “Sezon başında Bobo'yu satmamakla ne kadar iyi bir iş yaptığımızı göstermiş olduk”.

Başkanın bu ilginç açıklamasını bir kenara bırakalım. Bobo niçin Brezilya karmasına çağrılmıyor artık, sorusunun yanıtını arayalım. Bobo ilk ve son kez (şimdilik) 2008 başında Berizlya karmasına çağrıldı. Bu tarihte Brezilya'nın iki önemli eksiği vardı, dünya yıldızı Kaka ve henüz 18 yaşındaki gol makinesi Pato. Brzilya, forvet hattında Sevillalı Fabiano, Real Madridli Robinho ve Bredalı Da Silva Leonardo Moura'yla çıktı maça. Son dakikalarda Fabiano oyundan alınırken Bobo yerine Betisli Rafael Sobis, Dunga'nın tercihi oldu. Bobo bundan sonra Brezilya karmasına çağrılır mı bilinmez; ama şimdilik niçin kendisine yer bulamadığının bazı ip uçlarını görmek mümkün.

Bu ip uçlarının peşinden giderken Bobo'yu iki kulvarda değerlendirmek gerekiyor, birincisi Süper Lig'deki; diğeri ise Avrupa kupalarındaki performansı. Süper Lig'de oynadığı maçlarda Bobo'nun iki karakterini görebiliyoruz. Birincisi topla dripling halinde mücadeleden kaçmayan, ikili pozisyonlarda rakibini geçen, adam eksilten ve asist yapabilen bir Bobo. İkincisi ise Nobre gibi, Jardel gibi, hatta Tanju gibi 'striker' özellikleri gösterebilen, gelen ortayı tek hamlede hedefe ulaştırabilen bir Bobo. Türkiye spor kamuoyunda kendisinden söz ettirdiği, yorumcuları kendisine hayran bıraktığı özelliği birinci özelliğidir diye düşünüyorum, yani dripling halinde sonuca giden gol atan ya da attıran Bobo. Bir önceki hafta Antalya Spor karşısında kaydettiği 3. gole bakmak yeterli. Bir uzun topu kovalayan omuz omuza mücadelede ayakta kalan ve iki defans oyuncusunu düşürdükten sonra kaleciyi de çalımlayarak golü kaydeden Bobo. Dünya futbol piyasasında bir değeri olacaksa, bu özelliğiyle olacaktır Bobo'nun.

Öte yandan Avrupa kupalarındaki performansına baktığımızda Bobo'nun oyunu kopartan bir futbol yerine daha 'striker' özellikleriyle sahneye çıktığını görüyoruz. Geçen yıl oynanan Liverpool ve Marsilya maçlarını düşünün. Bobo kendisine atılan pasları iyi kontrol ederek yanındaki adamı ekarte etmiş ve düzgün vuruşlarla gollerini kaydetmişti. Bu maçlarda Bobo'yu sağdan soldan oyun deneyen, adam geçerek orta yapan ya da göbekten delip kaleciyle karşı karşıya kalan bir forvet olarak görmedik çok fazla. Yani Süper Lig'de gösterdiği driplingli oyun karakterini Avrupa maçlarında gösteremedi (Siroki Brijeg maçını Avrupa maçı olarak değerlendirmediğimi söylememe gerek var mı?). Kaka, Ronaldinho, Fabiano, Robinho, Moura ve adını sayamadığım pek çok hücum oyuncusuna sahip olan Brezilya'nın 'striker' tipi bir golcüyü gerektiren bir oyun kurgusu olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle Bobo'nun bu takımda bir 'stirker' özelliğiyle yer bulabilmesinin mümkün olmadığını görmek zor değil. Öte yandan Süper Lig'de gösterdiği driplingli forvet karakterinin de maalesef Türkiye futbolunun defansif zaaflarından kaynaklandığını düşünüyorum.

Bu savlarımı çürütecek tek şey, bu yıl UEFA'da sahne alan Beşiktaş maçları olabilir. Grup maçlarına kaldığımızda (ben öyle olacağına inanıyorum) eşleşeceğimiz güçlü rakiplere karşı Bobo eğer ileride basan, topla daha çok buluşma arzusu içinde sağdan soldan göbekten arayan bir forvet görüntüsü verirse bu yazının üzerine inşa edildiği temel düşünce çökmüş olacak.

Takımdaki futbolcuları sempati sıralamasına soktuğumda ikinci sıraya yerleştirdiğim Bobo'nun beni yanıltması ve hem Avrupa maçlarında yüksek performans göstermesi hem de Brezilya karmasının vazgeçilmez forveti olması en büyük dileğim.

2 Eylül 2008 Salı

Bu Gece İnönü'de Çocuklar Gibi Şendik


Ligin ikinci haftasında Konya Spor'u 2-0'la geçtik. Hafta içi 2-1 kazanacaklarını söyleyen kâhin başkan'a selam olsun!

Serendipty - Ramazan'ın ilk günü olması bir yana haftanın ilk günü olması, Şairler Parkı'na gidene kadar biraz zorladı beni. Maçka kampusunun köşesinde sudabalık'la buluştuk. Otelin yanından parka doğru inerken gün pazartesinden pazara, ben de "businessman"den taraftara dönüyordum. Sudabalık'la birlikte ben aslında üç kişiydik. Şubat'ta doğmasını beklediğimiz güneş'imizi ilk maçına götürüyorduk.

Tribün'e çıkar çıkmaz, havaya girdik hemen. Tribün giderek ODTÜ Beşeri kantinine benzemeye başladı. Herkes hoş sohbet, herkes gündoğunca hep uyanan stadlara dayananlardan.

Maç, ilk dakikada korner atışımızla başladı. İlk 25 dakikayı devirdiğimizde istatistik rekorları kırdık sanıyorum. 6-7 korner ve onlarca sağlı sollu orta yaptı takım. Hem de Holosko yeterince aktif olmadığı halde. Pozisyon olarak ilk yarıdan aklımızda kalan Serdar Özkan'ın altı pastan Jefferson'a nişanlaması ve aynı pozisyonda Delgado'nun penaltı mı ki dedirten düşürülmesiydi. Ama 25 dakika takım öyle bir oynadı ki, böyle bir baskıyı böyle bir arzuyu 100. yıldan bu yana görmemiştik. Şenlendik, çocuklar gibi.

İkinci yarı zaten iş koptu. Kazandığımız penaltı konusunda kafamız çok net değildi, belki de bu yüzden penaltının kaçması konusunda kimse uzun boylu hayıflanmadı. Delgado gol kaçırırken bile çok sevimli bir adam. Kalsın bizde üç beş yıl daha.

Serdar Özkan konusunda bir paragraf açmanın vaktidir. Bazı topçular vardır, saha içinde yarattıkları etkileyiciliği mikrofon karşısında da sürdürmek isterler. Büyük büyük laflar ederler. Halbuki onlardan beklenen retorik ya da hitabet değildir. Derin pası önceden sezmesidir, hızlı ve çabuk olup adam eksiltmesidir, hücumu da defansı da aynı performansla kotarabilmesi, savunmayı karşı onsekiz içinden başlatabilmesidir. Serdar'da bunlar yok dersem haksızlık etmiş olurum; ama söylemeliyim ki boyundan büyük lafları, "oldum ben" tavırları bir gün onu bu takımın en antipatik oyuncularından biri yapabilir. Bugün ikinci yarının ortalarında, sanırım Delgado, Özkan'a öyle bir ters top attı ki uzun yıllardır böyle tek ayak üstünde bıraktıran bir pas görmemiştim bu sahalarda. Serkan Özkan bu topa öyle bir yetişemedi ki, sanırsınız kariyerinin sonlarına yaklaşmış bir Ronaldo, kendisine çok kilo aldı diyenleri haklı çıkarıyor. Sanırım biri ilk yarıda olmak üzere bunun gibi yavaş kaldığı iki üç pozisyon daha vardı. 2002-2003 şampiyonluk maçında Sergen'i hatırlıyorum, 80. dakika civarında bir kontratakta yaklaşık 70 metre top sürmüş, Tümer'le duvar yapmış ve golü atmıştı. Şampiyonluğu getirecek bu golün sevincini yaşarken aynı deparı bir kez daha attı. Sergen o sırada 30'unun üstündeydi ve ben Sergen'in büyük laf sevdasına düştüğünü pek hatırlamam.

Bu maçta ayrıca gördük ki, Beşiktaşımızın defansı iyi yolda olduğu sinyalleri veriyor. Toraman defansın göbeğine çok yakışıyor. Zapatocny sağında ister Sivok olsun ister Serdar Kurtuluş, gayet uyumlu. Hem kesici hem de dağıtıcı. Soldaki sorun sürüyor ama. Seric oraya çare olabilir mi, umarım olur. Gordon meselesi çözüldü diyorlardı bugün. Umarım o da takıma hızlıca adapte olur. Bir başka iyi dilek de Holosko için attığı golün onu özlediğimiz rüzgarına yeniden kavuşturmasını diliyorum.