18 Ağustos 2009 Salı

Forvet dediğin pres yapacak, gol atmasa da olur!

Kamra - Galatasaray ve Fenerbahçenin bol gollü, güzel futbollu başlangıçları bu hafta Beşiktaş'tan beklentileri arttırdı. Geçen haftaki yavan futbol ve beraberlikten sonra daha ligin başında stresli bir ikinci hafta maçı oynadı Beşiktaş. Puan kaybının soru işaretlerini büyüteceği bir maçtı. Malum kulüp şaşalı transferler yapamamış, geçen seneki şampiyon kadrosunu büyük oranda muhafaza etmişti . Üstelik aynı teknik adamla yola devam etmesi, rakiplerine göre daha hazır, oturmuş bir takım olmasını gerektiriyordu. Ancak soru şu: geçen seneki performans, bu sene ligde kadrolarını güçlendirmiş, geçen seneye göre daha motive rakipleriyle mücadele etmeye yetecek mi? Ondan önemlisi bu kadro ve teknik ekip, Şampiyonlar Ligi'ni kaldırabilecek mi?

Antalyaspor maçının ilk yarısı denk kuvvetlerin mücadelesi şeklinde orta sahada geçti. Hatta ilk yarıda top kayıpları bile eşitti. Antalyaspor sert oynadı. bu sert oyun Beşiktaşlı oyuncuları durdurmada etkili oldu. İkinci yarı aynı kadrolar aynı taktikle mücadeleye başladı. Tempo daha da düştü. Değişikliklere kadar maçın en önemli pozisyonu Nobre'nin kafa şutunun kaleci Ömer'in kafasına çarparak çizgiden çıkması, ağlara Ömer'in takılması oldu. Ne zamanki Nobre- Fink yerine Holosko-İnceman girdi, Beşiktaş rakip kaleye daha direk oynamaya başladı. Üst üste birkaç pozisyondan sonra, Nihat'ın hayret verici bir şekilde kaleye abanmak yerine Holosko'ya çıkarmasıyla ilk gol 71. dakikada geldi. Beraberlik için oynadığı her halinden belli olan Antalya bu dakikadan sonra inancını iyice kaybetti. Öyleki Beşiktaşlı oyuncular topu Antalya'ya göstermeden 5-6 dakika boyunca orta sahada pas yapabilme imkanı buldular. İlk golden 7 dakika sonra Tello'nun serbest vuruştan attığı muhteşem golle maç bitti.

Beşiktaş şu haliyle umut vermiyor. Geçen haftaki maçtan sonra söyledik, Beşiktaş hücum organizasyonu yapamıyor. Oyun kurucu 10 numara görevini Tello'nun, Fink'in, Ernst'in yapmaya çalışması şapkadan tavşan çıkarmaktan farksız. Denizli maçtan sonraki açıklamasında mevcut kadroyla oyun kurucu sıkıntısının giderilebileceğini söyledi. Geçen haftaki beraberlikten sonra aksini söylemişti. Demek ki galip gelince oyun kurucu ihtiyacı yok. Mağlubiyet ve beraberliklerde gündeme gelebilir. Ancak elbette ipler Denizli'nin elinde değil, transferi yapacak olan kişide. Denizli durumu idare ediyor.

Transfer demişken Başiktaş'ın transfer politikasına da değinmek gerekir. Öncelikle Beşiktaş isimlere yönelmiyor. Adı sanı bilinmeyen oyuncuları transfer ediyor, edebiliyor. Yenmek ya da yenilmek bir yana güzel futbol kaliteli oyuncularla oynanabilir. Kalite ise oyuncuların transfer piyasasındaki bonservis bedelinden anlaşılıyor. Bu noktada Beşiktaş'ın en kaliteli (ve en pahalı) oyuncusu Bobo'yu satmayı düşünmesini anlamak mümkün değil. Şampiyonlar Ligine beş kala en değerli oyuncunuzu satacaksınız yerine kimi alacağınız meçhul. Sebeb? Bobo'nun yerinde Nobre oynuyor. Peki Bobo'nun yarı fiyatı etmeyen Nobre neden tercih ediliyor. Çünkü pres yapıyor, çok koşuyor. Ancak bizim bir forvetten beklentimiz pres yapması mı (savunma) yoksa gol ve asist yapması mı (hücum)? Bakıyoruz Bobo bugüne kadar Beşiktaş formasıyla 6447 dakika forma giymiş. 41 gol, 17 asist yapmış. Yani her 160 dakikada 1 gol, her 380 dakikada 1 asist demek bu. Nobre ise 5752 dakika Beşiktaş formasını giymiş. 25 gol, 12 asist yapmış. Her 230 dakikada 1 gol, her 480 dakikada 1 asist. Bobonun yaşı 24 piyasa değeri 8 milyon Euro, Nobre'nin ise yaşı 28 piyasa değeri 3,5 milyon Euro (tabi bunlar transfermarkt fiyatları, bu paraları veren var mı o ayrı). Bobo çalım atıyor, top sürüyor, sert vuruyor. Nobre çalım atamıyor, top süremiyor, şut denemiyor. Gollerinin çoğu fırsatçılığının ürünü. Ancak Denizli'nin gözünde Nobre kalıcı, Bobo gidici. Bobo'yu sol açık oynatarak yıpratıyor. Aslına bakarsanız harcıyor. Tabi burada Nobre'nin Türk vatandaşı olmasının ona büyük avantaj sağladığı kesin. Ancak bu avantajı bir ayrımcılığa dönüştürmemek lazım. Öyle olsa Türk pasaportu olan herkesi oynatmak lazım. (Bkz. Batuhan olayı)

Nihat ise herhalde hemen iki gol atayımda şu transfer bedelinin ağırlığını üzerimden atayım hevesinde. İlk yarıdaki en önemli pozisyonda, boştaki Bobo'ya çıkarmak yerine 20derecelik bir açıdan kaleyi düşündü. Top ayağına gelince dağlara taşlara vuruyor. Kaleye denk geleceği günü bekliyor. Nihat iki-üç haftada bir gol atabildiği sürece eleştirilemeyeceğinin farkında. Bu da takım oyununa pek uymuyor. İki haftada 3-4 net asisti harcadı. Bu da bencillik göstergesidir, Denizli'nin onu uyarması gerekir.

Takım genel olarak şöförsüz bir otomobil gibi. Koşuyorlar, pres yapıyorlar, hücuma çıkıyorlar ancak pozisyon yok. Umarım bir şöför bulunur. Yoksa çalımbaz Yusuf'la bu lig bitmez, Şampiyonlar Ligi kabus olur.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Mahrumiyet bölgesinde kızılay çadırları

Beşiktaş 2 - Antalya 0


Serendipity - Dünyanın 4. enfes stadyumu seyircisinden mahrum, "dağılmış pazar yerleri" gibi mahsun, aşıkın gözleri yaşlı, maşukun sırtında kızılay çadırları...
Neyse bu reklam alırım almam, sırtımda sosyal sorumluluk yükleri lafızlarına ikinci bölümde değiniriz.
Birinci bölüme bu izlediğimiz neydi ki, diye sorarak başlayalım. Ondokuz Mayıs'ın kenarında 3-4 adet amatör saha vardır, Ankaralılar bilir. Bazen oraya gider küme maçları izlerdim. Yolum oradan geçiyorsa mutlaka bir onbeş dakika oyalanırdım. Aynı manzara, hoca bağırır, topçu küfreder, az seyircili cılız tezahüratlar kulak tırmalar. Ama bana, bize o maçları izleten bir şey mutlaka olurdu. Futbol müptelalarının parmakla gösterdiği, seneye Gençler'de... dediği parlak bir topçu mesela. Ya da kora kor bir mücadele... Bu akşam hiçbiri yoktu İnönü'de. Dağılmış pazar yerleri gibi gerçekten.

Tabi ilginç olan, ilk golden sonra Beşiktaş'ın 5 dakika top çevirip serbest vuruşu bulması ve ikinci golü yakalamasıydı. Bir an Barça gibi derdirtecekti ki, neyse üzmedi bizi. İkinci golden sonra bildiğimiz Beşiktaş oldu.

Hamiş: Nihat gördüğü yerden vursun bence. Eski formunu yakalarsa bu vuruşlar kapanan savunmalara karşı anahtar olacak.

Beşiktaş'ın sine-i forması

Büyük başkan büyük buyurdu ya "koskoca Beşiktaş takımı 2-3 milyon Euro için sırtına reklam almaz!" diye, allah allah diyesim geldi. Herhalde kolasından turkasına söküp atacağız ne var ne yok. Ama hal bu değilmiş, gerçekten sadece sırtından konuşuyormuş formanın. Acaba sinemizden ne kazanıyoruz ki sırtımızdan kazanca tokuz, bilemiyorum. Türk Kızılayı'yla çıktık bu hafta, haftaya Mehmetçik Vakfı filan olabilir diyor asbaşkan.

Bu ülkede söz söyleme ayrıcalığını elde eden herkes ama herkes - sokakta mikrofon tutulan amcalar bile- kendisinin çok akıllı olduğunu düşünür ya, bizim başkan da öyle düşünüyor. İşin kötüsü bizim de aptal olduğumuzu sanıyor. "Koskoca Beşiktaş takımı 2-3 milyon Euro için sırtına reklam almaz!" mesajının gerçekte ne anlama geldiğini özetlemeye çalışayım:
"Bu sezon bi baktık herkes isimleri aşağıya yazmış, kesin üste reklam alacaklar dedik, düştük yola. Beş - on kapı çaldık bi baktık ki, 2-3 milyondan fazlasını veren yok. En azından bi beşlik peşinde koşuyoruz. Eee isimleri de aldık aşağıya, görüşmeler bitene kadar ne olacak üstteki boşluk? Bir iki sosyal sorumluluk şeysi bulalım bari idareten, diyerek konuyu bağladık".

8 Ağustos 2009 Cumartesi

2009-2010 Sezonu: İlk Maç, Yeni Transferler

Kamra - Beşiktaş İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile 1-1 berabere kaldı. Ligin ilk maçları her türlü skora gebedir. Şaşırmadık, çok üzülmedik. Beşiktaş süper kupa finalinde lige Fenerden daha hazır olduğunu gösterdi ama sadece Fenerden daha hazır, yoksa o maçta ve dün oynanan maçtaki futbolla hedeflerimize ulaşmamız zor görünüyor.

Beşiktaş'ın oyun kurucu 10 numara eksiği aşikar. Fener maçında da gördük, Yusuf ve Tello bu işin altından kalkamaz. Artık bütün takımlar kalabalık savunma yapıyor ve iyi yer paylaşıyorlar. Kontra ataklara pek fırsat tanınmıyor. Kapalı savunmayı açmanın tek yolu yaratıcı, beklenmedik ve düzgün paslar. Yusuf iyi çalım atıyor ama pas verme konusunda o kadar yaratıcı değil. Ayrıca 90 dakika performans vermesi beklenemez. Tello'dan da 10 numara olmasını beklememek lazım. İyi niyetli, çalışkan zaman zaman yaratıcı ama baskıyı yiyince geri dönüyor. Adam eksiltme konusunda çok yetenekli değil.

Bir diğer sorun sağ kanat. Erkan ve Ekrem ileri-geri iyi koşuyorlar ancak ikisinin de ofansif yanı zayıf. Adam geçemiyorlar, adrese teslim orta yapamıyorlar. Sağ kanattan gelecek ortaların tehlike yaratması şansa kalmış durumda. İleride top kaybetme olasılıkları çok yüksek.

İsmail Köybaşı ise Gökhan Gönül potansiyeli taşıyor. Hızlı, ofansı düşünüyor ve top ayağına yakışıyor. İleri çıktığı zamanlarda mutlaka hata yapacaktır ve kaptırdığı toplar Beşiktaş kalesinde tehlikeli olacaktır ama bu riski almak ve artık Deli İbrahim'in alternatif olarak düşünmek lazım. İsmail oynadıkça üstüne koyacak, bu her halinden aşikar.

Sivok-Ferrari ikilisini ben beğendim. Sivok her zamanki gibi riskli oynuyor ve önde basıyor. Bu yıl bol bol kart alır bu yüzden alternatifini hazır tutmak gerekir. Ferrari ise doğru pozisyon alıyor, iyi top çıkarıyor. Gökhan Zan'dan birkaç gömlek daha iyi sadece konsantrasyon eksiği var gibi görünüyor.

Nihat Kahveci'yi Beşiktaş formasıyla seyretmek güzel. Ancak hazır olmadığı her halinden belli. Büyükşehir maçında bana biraz egoist davranıyor gibi geldi. Sanırım hemen gol atmak istiyor. İki pozisyonda Nobre'yi düşünse gol şansı yüksekti. Nobre-Bobo-Nihat üçlüsü bu anlamda tehlikeli. Üçü de asisten önce golü düşünen yapıda oyuncular. Holosko ileri üçlünün içinde mutlaka olmalı. Nobre bildiğimiz Nobre. Bobo ise geçen sene başına göre daha istekli. Sanırım bu sezonun sonunda ya da lige verilen arada kesin transfer olmak istiyor.

Fink-Ernst ikilisi güven veriyor. Ancak yaratıcı değiller. Fink'in gelmesiyle Ernst'in ofansı daha çok düşünmesi büyük bir artı Beşiktaş için. İkisi de istikrarlı ve sağlam oynuyor. Başta da söylediğim gibi yanlarına bir oyun kurucu şart. Delgado oynamaya başladığında bu eksikliği kapatabilir mi bilmiyoum. Ancak bildiğim, sık sakatlanması ve sakatlık sonrası zor form tutması. Bir de ürkekliği var Delgado'nun, çok kırılgan. 2-3 ay sonra döndüğünde takımda yer bulması, bulsa bile iyi oyun çıkarması beklenmemeli. Yeniden sakatlanma riski de çok yüksek. Delgado'nun sözleşmesinin feshedilmesi yerine en azından Tabata'nın alınması özellikle Şampiyonlar Ligi grup maçları için büyük fayda sağlardı. Hala da sağlayabilir.

7 Ağustos 2009 Cuma

Olimpiyat benim neyim olur?

İBB 1 - Beşiktaş 1

Serendipity - Haleluya! bugünleri de gördük. Kaşıntılar, nedensiz ter basmaları, el ayak titremeleri şıp diye bitti. Müjdeler olsun, 2009-2010 Ligi başladı. İstanbul'un Belediye takımıyla Beşiktaş'ın halk takımı arasında oynanan maç her türlü ilke mazhar oldu. İlk sarı kartı örneğin18. dakikada Belediye'den Efe gördü. İlk golü ise Beşiktaş'ın tazesi Fink attı.

Maçı yirminci dakikasına kadar Belediye'nin kalesini Nejat İşler koruyor sandım; meğer Oğuzhan'mış.

Maç başladığında önce karşılıklı tartmalar sonra ani ya da hazırlıklı akınlarla yeniden hatırladık futbol oyununu. Maç 0-0 berabere giderken Beşiktaş, Zan'ın yokluğunda, defanstan dan dun top uzaklaştırma yeteneğini (şükür ki) kaybetmiş görünüyordu. Belediye'nin nedense yoğun olarak tercih ettiği sağ kanatta ayağa kısa paslarla top çıkarıyordu Beşiktaş. Erhan, Ernesto, bazen Fink
topu ön bolkta konuşlanan Tello, Yusuf ya da Nobre'yle buluşturuyordu. Yoksa bu yıl çok pas yapan, şişirme toplara bel bağlamayan bir takımımız mı olacak derken İbrahim Akın'ın muhteşem golünden sonra önde basmaya başlayan Belediye, Beşiktaş'a pas yaptırmamaya başladı. Yarım saat boyunca genellikle sağ kanadı düşünen Belediye golü sol kanattan buldu. Öyle sanıyorum ki, genç İsmail'in performansında çekinen Avcı, topçularına diğer kanadın genci Erhan üzerine oynamaya ikna etmişti. Ne varki, ikna edilemezliği bizdeyken de ayan olan Akın geriy düşüşlerinin ikinci dakikası dolarken sol taraftan gerçekten de enfes bir gol gönderdi kalemize. Kalecilik ruhuna (pek çoklarının tersine) sonuna kadar inandığım Arıkan'ın ters köşeye yatmasından da hafif burulmadım değil doğrusu.

Maç başlar başlamaz sürekli Holosko'yla yüklendi ve pozisyon buldu Beşiktaş. Son vuruşlarda meharetli değildi. Nobre sonradan toparlanıp bir kaç pozisyona girdiyse de Holosko'dan daha şanslı değildi. İlk yarıda Erhan Güven'in sağdan çıkışları isabetli görünse de kaleye doğru katetmek konusundaki çekingenliği Beşiktaş'a bir kaç atağı başlamadan kaybettirdi. Öyle umuyorum ki, bu çekingenlik Denizli'nin keskin gözlerinden kaçmamıştır ve gereken mentorluğu yapacaktır.

Hakem Özkalfa'nı dakika başına iki düdük düşen yönetimi, topun oyunda kalma süresini oldukça düşürdü. Artık MHK son kampta hakemlere ne salık verdiyse...

İkinci yarıya iki iddialı değişikle başladı Beşiktaş. Holosko ve Yusuf yerine Nihat ve Bobo'yla çıktı sahaya. Bu değişikliğin getirdiği şaşkınlık 70. dakikaya kadar Beşiktaş'a top göstermedi. Hakan'ın kullandığı tüm kale vuruşları bir duvara çarpmışcasına kalemize döndü. Bu dakikalarda Belediye'nin bir gol kazanamamış olması Beşiktaş'ın şansıydı. Nihat'ın girmesiyle Tello sola, İsmail'in önüne yerleşti. Böylece İsmail'in bindirmelerini göremedik ikinci yarıda.

70'ten sonra Beşiktaş biraz toparlanıp saldırmaya başladı. Heleki 80'de İ. Akın çıkınca belli oldu ki Belediye gol atamayacak. Ama soru şuydu Beşiktaş atabilecek mi? Yaratıcı topçu eksikliği çeken Beşiktaş, çok zaman bulduğu o şanslı anı bulamadı.

En kötü maçımız böyle olsun, hiç gerekmese de 'önümüzdeki maçlara bakıcaz' diyelim.