23 Aralık 2008 Salı

AlKaraKartal, Alkaralar'ı Destekliyor

Alkaralar'dan yeni sitem ve Özür
Irkçılığı sadece ya insanları yakmak ya da Hitler olmakla sınırlayan Türkiye'deki yaygın görüşe katıl(a)madığımız,

Herhangi birisinin "sırf" etnik kökeninden dolayı kendini başkalarından üstün görmesine karşı sessiz kal(a)madığımız,

Futbolda ve hayatta uluslara ya da etnilere bağlı olmayı değil; vefa, fedakarlık, çalışkanlık, yaratıcılık gibi insani ve evrensel değerleri sahiplendiğimiz,

Bugüne kadar 85 yıldır süregelen Gençlerbirliklilik değerlerini her fırsatta dile getirdiğimiz ve sus(a)madığımız,

Ama en önemlisi de "hiç olmazsa bir kültür" dediğimiz Gençlerbirliğimizin başındaki bu kişiyi istifa ettirmeyi bırakın, ona bir özür bile diletmeyi başaramadığımız ve safça kulüp yönetimimiz ve Türkiye'deki futbol idaresinden bu konuda duyarlılık beklediğimiz

için başta tüm Gençlerbirliği camiasından sonra da rahatsız ettiğimiz herkesten özür dileriz!

Alkaralar 28.12.2008



Defalarca söyledik; başarıya, galibiyete tapan bir taraftar grubu değiliz diye… Ancak herkesin bildiği bazı hassas noktalarımız var: Futbolcumuz El-Saka hakkında ''Beni bir Arap'a tercih ettiler'' şeklinde ırkçı bir tavırla açıklama yapan Samet Aybaba’nın GENÇLERBİRLİĞİ camiasında yeri olmadığına inanıyoruz ve kulüp yönetiminin gereğini yapmasını talep ediyoruz…



tam bağımsız gençlerbirliği taraftar sitesi...

22 Aralık 2008 Pazartesi

Beşiktaş'ım Şampiyon Olmasın!


Kamra - Her taraftar takımının şampiyon olmasını ister ama ne pahasına? Süleyman Seba’nın “Beşiktaşlılık Duruşu” ne pahasına olursa olsun dememekti. Federasyonda türlü dolaplar çevirerek, işi futbol çetelerine tahvil ederek, hakemler üzerine spekülasyonlar yaparak, teşvik primiyle, hatır matır şikesiyle, gündem olmak adına rakipleriyle ağız dalaşına girerek ona buna küfrederek şampiyon olmak Beşiktaş’a yakışmazdı. Beşiktaş’ın Seba dönemindeki şerefli ikincilikleri gerçekten şerefliydiler. Bugün o Beşiktaşlılık Duruşundan fersah fersah uzak takımımız. Kaldı ki ne şampiyonluk var ne de ikinciliklerimiz şerefli. Liderler, yönetimlerin tavırları, yaklaşımları, ahlakı toplumların ahlaki yapılarını da değiştiriyor zamanla. Türkiye’nin genel toplum ahlakını Özal öncesi ve sonrası diye düşünebiliyoruz örneğin. Zengin olmak pahasına rüşvetçiliğin, hırsızlığın, adam kayırmanın mübah olduğu bir dönemdi Özal dönemi. Toplum bu yöne evrildi, şimdi de durum bu. Bugün rüşvet alıp vermek ayıp değil akıllılık. Hırsızlık suç değil işini bilme. İşte Beşiktaş ve Beşiktaşlılık da böyle bir yozlaşma yolunda tam yol ilerliyor mevcut başkanı yönetiminde. Bu mevcut kişi ve kişiler zamanında Beşiktaş değerleri, Beşiktaşlılık yıpranıyor. Korkum odur ki bunlar gittikten sonra da böyle devam edecek.

Beşiktaş iyi bir takım mı? Hayır değil. Bu sezon oynadıkları tüm ciddi rakiplere: Sivas’a, Kayseri’ye, Galatasaray’a, Fener’e, Metalist’e, Ankaraspor’a yenilen bir takım. Defansı toparlansa gol atmakta zorlanan, gol yollarında etkili olsa defansı dağılan bir takım. Ancak herşeyden önce maçlarına hazırlanamayan bir takım. Dünkü Galatasaray maçında Uğur İnceman’ın penaltı yaptığı pozisyonda Tello ile İbrahim Toraman poaziyona bir iki metre uzakta muhabbet ediyorlardı (macazi anlamda değil gerçekten. Sanırım Lincoln’un ne kadar güzel çalım attığını konuşuyorlardı.). Biri kıçını kaldırıp Uğur’un kademesine girse belki o pozisyon penaltı olmayacaktı. Böyle bir lakayıtlık var takımda. Motive olamıyorlar, maça hazırlanamıyorlar. Bu çok aşikar. Ancak balık baştan kokar. Biliyorlar ki Delgado’nun atıldığı maçın skorunun penaltı golüyle belirlendiği bu maçtan sonra onların lakayıtlıkları değil hakem konuşulacak. Sevgili başkanları yenilginin faturasını onlara değil, hakemlere, federasyona, medyaya, en kötü ihtimalle hocaya çıkaracak. Bugüne kadar hep öyle olmuş, bundan sonra da öyle olacak. Mustafa Denizli gider başkası gelir diyorlar. Son 5 yılda öyle olmadı mı?

Şunu hiç unutmamak gerekiyor. Beşiktaş bir şirket, bir ürün değildir. Diğer tüm takımlar gibi bir dernektir ve taraftarlarının, üyelerinin kısacası camianındır. Kimse ne 50 milyon dolara ne de 500 milyon dolara bu takımı satın alamaz. Bu takımı canının istediği gibi yönetemez. Özellikle taraftarların bunu hiç unutmaması gerekiyor. Çünkü korkarım mevcut başkan ve yönetim bunu unutturmaya çalışıyor. Bu takımı istedikleri kadar istedikleri gibi yöneteceklerini, parasını, malını mülkünü har vurup harman savurabileceklerini düşünüyor. Yaptıkları onlarca kötü transferle kaybettikleri milyonlarca doların hesabını vermeyeceklerini düşünüyor. Medya’da ve tribünde maaşa bağladıkları adamlarla bu işi götüreceklerinden emin görünüyorlar. Hürriyet’te bir spor muhabirin Başkanın adamı olduğunu bilmeyen yok örneğin. Bu adam başkanında emir aldığında Çalımbay hakkında da, Tigana hakkında da, Sağlam hakkında da onlarca yalan haber yazdı. Son olarak Metalist maçından sonra “Ertuğrul Sağlam gitmek için 3 milyon dolar istiyor” diye manşet attı. Bunları bilmeyen yok. Ama bilmiyor gibi davranıyorlar. Parayı veren düdüğü çalıyor yani.

Beşiktaş bu değildi. Zamanında biz Fenerlilerle dalga geçerdik bu konularda. Sürekli hakem hatalarından dert yanan, ona buna çamur atan, bin parçaya bölünmüş tribünleri ve başkanlıklarının türlü rezaletleri karşısında ezilip büzülen taraftarlarla dalga geçerdik. O zaman da Beşiktaş Galatasaray’a yenilebiliyordu, şampiyon olamayabiliyordu, ligi dördüncü beşinci bitiriyordu. Biz sadece takımımızın oynadığı futboldan dert yanıyorduk. O günleri özlüyorum. Çünkü biliyorum ve görüyorum ki bugün ben Beşiktaşlıyım dediğimde karşımdakiler eskiden benim onlar hakkında düşündüğüm gibi düşünüyorlar. Bugün Beşiktaş denilince muhabbet başkanından açılıyor. Yaptıkları saçma sapan transferler, demeçlerindeki tutarsızlıklar, Beşiktaş’ın yatırımındaki yolsuzluklar, yalanlar dolanlar konuşuluyor. Canım sıkılıyor. O zamanda şöyle düşünüyorum. Beşiktaş’ım şampiyon olmasın. Çünkü olursa bu insanlar, bu zihniyet tamamen yerleşecek takıma. Şampiyonluk takımın, camianın değil, bu zihniyetin şampiyonluğu olacak ve bir daha gitmemek üzere yerleşecekler koltuklarına. Tek bir şampiyonluğa harcanmamalı Beşiktaş. Yoksa tek bir şampiyonluğa mı harcandı Beşiktaş? Yoksa 100. yıl gerçekten bir dönüm noktası mıydı?

Kanıma Dokunuyor Ulan!

Böyle kırmızı kart olur mu?



Chatlak - Hem Fener maçında, hem Galatasaray maçında haksız yere Cisse ve Delgado’nun atılması kanıma dokunuyor.

Uğur İnceman’ın göz göre göre penaltı yapması, Holosko’nun bu takımın defansı yokmuş defansın son çizgisinde adam kovalayıp gene penaltı yapması kanıma dokunuyor.

Hem Fener maçında, hem Galatasaray maçında kanımca iyi top oynamamıza, buz gibi, mis gibi goller atmamıza karşın yenilmemiz kanıma dokunuyor.

Yıldırım Demirören’in hala o koltukta oturuyor olması kanıma dokunuyor.

“Çarşı”nın her zaman değil, sadece yenilince “Demirören İstifa” demesi de kanıma dokunuyor.

Ertuğrul varken bi’ dünya laf sayıp bugün “Ertuğrul olsaydı böyle olmazdı” diyenler fena halde kanıma dokunuyor.

Delgado’nun haklı serzenişini anlamayan, Arda’nın oyun içinde rakibine hem sarı kart göstermek, hem de faul kazanmak için kendini “çakalca” yere atıp sonra “bişey yok hocam attım kendimi, aman sarı kart gösterme, bak fair playlik hareket yaptım” demesini de anlamayan hakemler de, yorumcular da kanıma dokunuyor. (Birazcık efendi olun)

İnönü’de edilen tek küfüre maç boyu küfür edilmiş gibi gösteren Maraton programı şekerlerinin, Fener – Beşiktaş maçında edilen küfürleri ve Galatasaray – Beşiktaş maçındaki küfürleri neden göstermediklerini düşündüğümde… Bir de babamın “telefonla bağlanamıyor muyuz şu programa” çıkışını duyduğumda… Kendimce düşündüğüm olan bitenler, dönen alavereler, dalavereler kanıma dokunuyor.

Maçlardan sonra “Milangaz – Dünya standarlarında gaz” reklamı da, bana hatırlattıkları da kanıma dokunuyor.

Dokunuyor da dokunuyor!

21 Aralık 2008 Pazar

"Az bile yaptılar" dedi...


Galatasaray 4- Beşiktaş 2

Serendipity - Basın mensuplarının, maçtan sonra Beşiktaş'lı yöneticilerin saha içine girerek hakeme tepki gösterdiklerini hatırlatması üzerine Başkan Demirören "Az bile yaptılar" dedi...

Acaba başkan, hakemin saha içinde yöneticiler tarafından evrile çevrile dövülmemiş olmasına mı hayıflanıyor. Bana soracak olursanız "az bile" yapanlar Galatasaray'lı futbolculardı bugün. 10 kişi kalınmasına rağmen Beşiktaş pozisyonlar buldu bulmasına ama rakip futbolcular biraz daha istekli olsaydı, bu maç bizim açımızdan gerçek bir facia olabilirdi. Tüm bunları Delgado'nun oyundan haksız, tatsız, iletişimsiz atılmasını bir yana bırakarak söylüyorum; ama bir derbiyi 11-11 bitiremeyişimizin de hesabını birileri versin istiyorum. Hayır, MHK'nin değil; Beşiktaş teknik heyetinin bu hesabı vermesini istiyorum. Futbolcular bu maçlara nasıl hazırlanıyor? Saldım çayıra mevlam kayıra tekniğiyle mi?

Perşembe günü Demirören'in bir basın toplantısı düzenleyeceğini duyup da "eyvah!" demeyen bir Beşiktaş'lı var mı bilmiyorum. Şu basın toplantılarını bir gözden geçirelim mi?
i) 2004'de kaçan şampiyonluğu araştıracak bir komisyon kuracağız (Kuruldu mu?).
ii) Hocamızın arkasındayız (Hepsi gitti: Del Bosque, Rıza, Tigana, Ertuğrul).
iii) Paf takımla çıkacağız (Çıkmadık).
iv) Denizli bu klüpten içeri giremez (Girdi).

Uzatmaya gerek yok değil mi? Hepsi birbirinden utandırıcı demeçler. Kendi adıma ben utanıyorum bu basın toplantılarından. Perşembe'den korkuyorum.

7 Aralık 2008 Pazar

Şuur Tutulmasının Baş Başkanı


Beşiktaş 1 - Ankara Spor 3

Serendipity - Bir ara zaman ayırıp 2004-2008 arası klube gelen giden topçu envanterini çıkarmak gerek. Bir tahminle 50'ye yakın futbolcunun gelip gittiğini sanıyorum. 6 hoca değiştirdiğimiz malum. Menajer desen o da 6-7 oldu sanırım. Ama yönetim kurulunda pek büyük oynamalar olmadı. Oldu mu yoksa, bilen birileri beni aydınlatırsa sevinirim.

Ankara maçının sonuna doğru küskün aşık misali şu beste söyleniyordu tribünlerde: "ne zaman şampiyonluk desek, hep kursağımızda kalıyor; söylesene bize hoca, takım neden oynamıyor?"

Oysa tribünle bundan 15 dakika kadar önce takımın oynamasını engelleyen, şampiyonluk hayalini karartmaya çalışan haini bulmuş ve deşifre etmişti. Önce "Delgado dışarı" diye bağıran on binlerce Beşiktaşlı, top Delgado'nun ayağına geldiğinde öyle bir yuhaladılar ki, hayatımda ilk kez bir topçunun topa giderken ayağının sürçtüğünü gördüm. Delgado çıkınca işler düzelecek miydi, hayır. Delgado bu sezon sonu takımdan ayrılsa (-ki büyük ihtimal) işler düzelecek mi? Yine hayır. Denizli gitse (-ki gelmesi beni pek heyecanlandırmamıştı) işler düzelecek mi?

Tanıdığım pek çok Beşiktaşlı'da bir fobi var. "Takım kazanıyor, seviniyoruz ama başarı bu yönetimin hanesine yazılacak ya o çok koyuyor işte." fobisi.

Bence bu fobi gelip giden 6 hocada da 70'e yakın topçuda da Sinan Engin hariç diğer menajerlerde de vardı. Yoksa mevcut durumun bir açıklamasını yapamıyorum. Yapamayacağım.
Bazı gerçekler vardır herkes bilir, görür; ama kimse biliyorum, gördüm demez. O konuda konuşmak istenmez, konuşmak zorunda kalıdnığında orta sahada top dolaştırılır, kısa tarafından taca yollanır. Son 4 yıldır Futbol yorumcularının alayı bunu yapıyor. İşin kötüsü Çarşı da bunu yapıyor. Kimsenin açık seçik beyan edemediği gerçek sadece mevcut Beşiktaş yönetiminin başarısızlığı değil aynı zamanda iticiliği ve sevimsizliğidir.

Çocukluğumuzda, ilk gençliğimizde bu takımın düşmanı yoktu. Herkesin ikinci takımıydı Beşiktaş. Sempatik, hakkaniyetli, futboluyla gündeme gelen saygı duyulan bir takımdı. Bugünse tek ortak noktaları Beşiktaş düşmanlığı olan kent takımları var (bkz. 061626.com). Del Bosque ve Tigana serüvenleri nedeniyle Kapıkule'nin dışında nasıl tanındığımızı (tanınıyorsak) hesaba katmıyorum bile.

Yanlış transfer yaparsın, arkasındayız dediğin hocayı ertesi gün kovarsın... bunlara alışkınız. Sadece Beşiktaş yönetimi değil her klüp yapıyor bunu. Ama kardeşim, 4 yıl içinde bu kadar düşman kazanamazsın, bu kadar antipatik bir klüp yaratamazsın. İddia ediyorum, yemesen içmesen, yirmidört saatini bu işe versen yine de bunu başarmak mümkün değil. Ama siz başardınız sayın Demirören. Vallahi bravo. Tarih sizi böyle anacak; Beşiktaş'ın şuur tutulmasına uğradığı yılların baş başkanı...

Anladık ki, klübü soktuğunuz borç batağından çıkarmaya kimsenin gücü yetmeyecek. Kimse cesaret edip karşınıza çıkamayacak kongrede. Artık sizden kurtulmak için bu sevimsizleştirdiğiniz oyuncağınızdan sıkılmanızı bekleyeceğiz.

8 Kasım 2008 Cumartesi

İnadına Delgado, İnadına Şut ve Görmeye Alışacağımız Goller



“… Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
…”

Beşiktaş 5 - Kocaeli Spor 2


Chatlak - 2-0 geriye düşünce takım, birçok “iyi gün dostu” homurdanmaya başladı. İnancın ve umudun yitirilmemesini kezlerce dile getiren bu satırların sahibi de onların bir kısmını telkine yeltendi elbette.
Biraz nostalji yapalım…
Denizli’nin kimyasında mı var acaba geriden gelip maçlar kazanmak? 2001 yılında Fener’in başındayken İstanbul’da Antep ile yaptıkları bir maçı hatırlıyorum. Fenerbahçe bilmem kaç maçtır yenilmezliğini sürdürürken, bir yandan Antep ile şampiyonluk maçına çıkıyordu. İlk yarı skoru tam evlere şenlikti. Antep Kadıköy’de 3 gol atmış, kalesinde gol görmemişti. Yani 0 – 3’tü. Ama n’olduysa ikinci yarı oldu. Fener stadının skorboardunda maç sonunda “4 – 3” yazıyordu. Tarihe geçen bu maçta 18 dakikada 4 gol bulan Fener’in başında Denizli vardı…

Son şampiyonluğumuzu yaşadığımız 2002 – 2003 sezonunda İstanbul’da oynanan bir Beşiktaş – Kocaeli maçı anımsıyorum. Kocaeli deplasmanda 1 gol buluyor ve Beşiktaş daha oturmamış kadrosuyla çırpındıkça çırpınıyordu. Ama son dakikalarda “vur, kır, parçala” taktiğiyle ve de özellikle Ahmet Dursun’un çabasıyla bastırdıkça da bastırıyordu Karakartal. Maçı da 2 – 1 almaya başarıyordu. Çırpınan bir diğer isim ise Körfez’in o zaman ki hocası Hikmet Karaman’dı… Maçtan sonra Beşiktaş’ın futbolcularına, hakemlere, kısılmış sesiyle veryansın ediyordu. “Formaları değiştirip çıkalım 5 atarız 5!” deyip duruyordu canlı yayın ekranlarına “Terimvari” havasıyla. Beşiktaş, forma değiştirmeye gerek kalmadan, sezonun ikinci yarısında Kocaeli’yi Kocaeli’de 5’leyip Karaman’a selam ediyordu.


Eee dün akşama gelelim artık…
Yediğimiz gollerin ikisi de sol kanattan oldu. Özellikle ilk golde kanadında olmayan Üzülmez, Zapo ve Rüştü’nün zincirleme hataları vardı. Hele Zapo’nun ceza sahasının hemen dışında rakibin ayağına topu atması hiç de beklenecek bir şey değildi kendisinden. İkinci golde gene kanadında olmayan Üzülmez bizi üzdü. Onun boşalttığı alana Zapo kayınca göbek kabak çiçeği gibi açıldı ve Semavi golü buldu.

Dün akşam 70’li dakikalara kadar ayağına her top geldiğinde bireysel küfürlere maruz kalan ca’nım Delgado gerçekten ters ayakla mı çıktı stada nedir bolca top kaybetti. Herkes de haliyle, hele de 2 – 0 geriye düşünce mırıl mırıl konuştu durdu. Koca bir “ama”nın ardından birinci golün ortasını yapan, enfes bir galibiyet golü atıp takımın rahat nefes almasını sağlayan, Nobre’yle tıkır tıkır paslaşıp ona golü attıran bir adama da sanki fazla huysuzlanıyoruz demem mubahtır. Bırakalım o “kafasına göre” oynasın, bizim istediğimiz yerlere paslar atmasın.

Son maçlarda, özellikle Denizli geldikten sonra Tello, Sivok ve Nobre çok olumlu ve yararlı olmaya başladılar. Sivok orta sahaya kaydığında da etkili, defansta kaldığında da. Nobre atıyor, koşuyor, pres yapıyor. Artık bolca şut da çekiyor. Tello ilk geldiği günlere sanki dönecek gibi. Bir de bu ekibe Holosko eklenirse tadından yenmeyecek bir takım olacağız.

Beşiktaş acayip bir şut yüzdesiyle oynuyor. Kaleyi tutuyor veya tutmuyor, hiç önemli değil. “Yahu nasıl vuruyorsun” yerine Beckett’in dediği gibi “Yine dene, yine yenil” dememiz lazım: “Yine deneyin yine dışarı atın!”. En sonunda 3 direğin içine -bu maçta Delgado ve Nobre’nin yaptığı gibi- atarız işte. Yenile yenile yenmeyi, dışarı ata ata içeri atmayı öğreniriz.

Ve şampiyonluk… Şampiyonluk aceleye gelmez. Sakin ve emin adımlarla olur. Arkadan gelmek daima iyidir. Bizim acelemiz yok. Bu takım şampiyon olacaksa o sezon bu sezondur.
“Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
…”
Not: Dün akşam 2 gol atan Nobre'nin yaşgününü kutlayan ve cinsel tacizci, ahlaksız, arsız bir adam olan Hüseyin Üzmez'i unutmayan taraftara da ayrı bir teşekkür etmek lazım.

2 Kasım 2008 Pazar

Namağlup olmanı değil, iyi futbol oynamanı seviyoruz...

Kayseri Spor 1 - Beşiktaş 0

Serendipity - Üç puan kaybetmiş üç büyükten birinin taraftarı olarak, bugün benden beklenen moral bozukluğu içinde değilim nedense. Her şeyden önce Anadolu takımlarının üç büyükler için kestirilemez deplasmanlar olmasından keyif alıyorum. Kaldı ki Kayseri, bu sene ligin en zor deplasmanlarından biri, geçen yıllarda olduğu gibi. En azından kendi sahalarında gerek ülke büyükleri gerekse Avrupa kupalarında karşılaştıkları takımlara karşı sergiledikleri öz güveni takdir etmek gerekiyor.

Bununla birlikte nasıl oluyor da Kayseri ve benzeri takımlar hiçbir zaman ligin son haftasına kadar şampiyonluğu kovalayamıyorlar, bunu sormak gerek. Geçen yıl Sivas Spor bile son haftalara girerken artık iyiden iyiye şampiyonlukla ilgisi olmadığını ilan etmişti. Bu noktada Anadolu takımlarının son haftalara doğru düşmekte olan takımlara servis yapıp yapmadıklarını da sorgulamak gerek.

Biraz da maçtan söz etmem gerekirse, yüksek bir mücadele seyrettik bugün. Mücadele ile zevkli futbolun ters oranlı olduğunu biraz daha net gördüm. Pozisyonları olan bir karşılaşma olmasına rağmen iki takım için de saç baş yolduracak pozisyon yoktu çok fazla. Hatta Kayseri'nin golü kaçsaydı bile saç baş yoldurmazdı sanıyorum.

Denizli'nin Tello'yu kazanmış olması ne kadar sevindiriciyse, acaba Delgado'yu kaybediyor mu, sorusu da o kadar ciddi. Ertuğrul'un gitmesiyle birlikte Delgado'da ciddi bir düşüş gözleniyor. Holosko, bu yıl zaten hiç istenen performansına ulaşamadı. Bobo, 50. gol lanetiyle boğuşuyor. Peki nasıl olacak bu işler?

AlKaraKartal sayfaları elbette bu soruya yanıt üretmeye memur değil. O işe gönüllü anlı şanlı yorumcularımız var. Ama şunu söylemek mümkün, Beşiktaş mevcut kulüp yapılanmasının çapı kadar bir futbol koydu ortaya. Yani, yüz küsür milyon dolarının bilmem şu kadarı başkanına olan büyük bir kulüp nasıl oynarsa öyle oynadı. Avrupa ve dünya futbolu için küçük, yerel ligi için yeterli bir futbol.

Lafı çok eveleyip gevelememek lazım. Türkiye'nin bir gerçeği var, endüstriyel futbol denen gerçekliği reddetmeyen; ama onun gereklerini yerine getir(e)meyen yönetimler. Benim gönlüm zaten endüstrinin bulaşmadığı bir geçmiş güzel günlerin futbolu; ama biliyoruz ki bu istek, McDonalds'ın olmadığı bir Türkiye hayal etmek kadar bir hayal.

Şampiyonluk şart değil çok oynayan, hep oynayan, iyi oynayan bir takımım olsun istiyorum. Sevinmek için değil, gurur duymak için sevdik. Yönetimiyle, hocasıyla, futbolcusu ve top toplayan çocuklarıyla gurur duymak, en büyük dileğim...

31 Ekim 2008 Cuma

Tadını çıkarma vakti


Beşiktaş 3 - Antalya Spor 0


Chatlak - Herhalde Türkiye Kupası’na verilmeyen önemden dolayı 4 büyükler de ligde sahaya sürdükleri 11’lerini sahaya sürmeyip, daha alternatifli bir kadro ile maça çıktılar. Neticesinde Fener ıkına sıkına, kötü bir futbolla 1-0 kazanırken, Trabzon dağıldı. Galatasaray ise yavan bir maçın ardından berabere kalırken, maç boyunca pas hatası zengini Beşiktaş aslında rahat olmayan ama tabelaya bakınca farklı görünen bir skorla maçı aldı.

Grubumuzda kuralar ilk çekildiğinde, bir çok kişi tarafından çeyrek finale kalacak iki takım Beşiktaş ve Trabzon olarak görülüyordu. İlk sınavlar sonunda Beşiktaş büyük bir adım atarken şimdi potaya bir de Antep girdi. Ve haliyle işler karıştı. İki hafta sonra Trabzon deplasmanından en az 1 puan almak mecburiyetindeyiz. Aksi halde Antep deplasmanında yapılacak bizim için gruptaki son maç stres yüklü geçebilir. Çünkü ligde de aynı dönemde zorlu bir viraj var. Bakalım…

Dünkü maça gelecek olursak… Lig maçlarını Pazartesi, Cuma ya da hafta sonu gündüz oynayan bir takım oldu Beşiktaş. Mesela bu hafta Kayseri maçı gündüz, bir sonra ki hafta içerde oynayacağımız maç Cuma. Gene de taraftar oldukça istekli ve tribünleri doldurma gayretinde. Dün de hafta ortası olmasına rağmen tahminlerin üzerinde bir seyirci, oldukça iyi bir performans ile destekledi takımını.

Delgado’ya sahadayken tahammül edemeyen bazı taraftarlar da dün dört gözle kendilerinin yokluğunu hissettiler. Çok top kaybetse de zaman zaman defansın arasına yaptığı yarıcı dalışları aradık Serdar’dan ama pek de göremedik. İyi niyetle mücadele etti ama becerisi bu kadardı. Ali Tandoğan’ı yazmak istemiyorum. Uğur ise tek başına nedense yavan kaldı. Delgado ile çok iyi uyumları var. “Eşsiz Girilmez” tabelası asıp ikisini birlikte sahaya sürünce keyifle izleyeceğimiz bir takıma bürünüyor Beşiktaş. Bobo, Tello, Zapo üzerine edilecek kelamlarımı ise yayın yönetmenimizin yazımıza kesik atmaması ve bloğumuza yazımızın tam yetmesi için bir sonraki yazıya bırakıyorum.

Denizli ile birlikte 3 maç sonunda değişen en önemli şey takımın bolca şut atması. Geçtiğimiz Sivas maçının içinde dörtlü savunmadan üçlü sisteme geçmişti takım. Bu maçta da maçın çözümsüzlüğe gittiği kısımlarda Sivok orta sahaya kayarak sabit bir sistemde kalmadan oynak bir yapı içinde olduğunu gösterdi takımın.

Ligde ve kupada namağlup lideriz. Bi’ biz varız, bi’de Liverpool. Tadını çıkarmaya bakalım…

28 Ekim 2008 Salı

Bilgi Güçtür Diyenler, Bu Ülkede Güç Cahilin Elinde


Cuma akşamı, İnönü'den geldim kuruldum bilgisayarımın başına. Bir de ne göreyim, Diyarbakır mahkemesi kapatmış bizim Al-KaraKartal'ı. Yahu ne halt ettik biz, bilmeden zülfiyare mi dokunduk diye mırıldanırken, sudabalık dedi ki, "Kendini o kadar önemseme! Tüm blogger'lar kapatılmış."

İçim rahatladı biraz, ama kapatma kararını öğrenince sinirlerim kalktı ayağa. Bu nasıl bir cahilliktir yahu. Saha kapat, kanal kapat, yetmiyor domain kapat. Bir topçusu kırmızı kart gören takımın sonraki hafta maça çıkmasını yasaklamak gibi bir durum bu. Hukukçu dediğin kimse bilişim konusunda bilgisiz olabilir; ama buradaki sorun cezalandırma üzerine bir bilgisizlik olunca insanın asfalyaları atıveriyor. Ben bir suç işleyeyim, sen benimle birlikte ekmek-süt aldığım bakkalı da cezalandır. Roma Hukuku mu artık, İsviçre Medeni Kanunu mu ya da Kılık Kıyafet Yasası mı hangisiyse işte; alın bu yargıçları hakimleri yeni baştan okutun kardeşim. Kopya çekenin de sülalesine Lig TV izlememe yasağı getirin. Daha iyisi günde yirmidört saat banttan Toroğlu işkencesine maruz bırakın. Ama bu kimselere hukukumuzu emanet etmeyin lütfen.

Yayıncı kuruluş da bu süreçte pek masum değil. Bakın ekşi sözlükte sağolsun bir arkadaş bulmuş çıkarmış avukatların ne yapması gerektiğini:
"infringement notification for google blogger"

Şimdi bir telif konusu var. Bu konuda kimsenin ekmeğiyle oynamak olmaz, bunu baştan kabul ediyoruz. Birileri haksız kazanç elde ediyorsa ona dur bakalım demek gerekir.

Hafta sonu Şansal-Erman ikilisi açıktan Kale Kilit reklamı yaparken, "kardeşim etik?" diyecek olsanız size "tartışmalı pozisyonlara gelince ele alacağız o konuyu" diyecek kadar laubali arkadaşlar gönderdiğimiz tepki mailine ne yazmışlar:
Bizim amacimiz da tam olarak 'iletisim ozgurlugune ve etik yayinciliga' cozum bulmak icin basvurulmus bir aksiyondu.

Hadi ya!

Neyse işte bu süreç nedeniyle Sivas maçıyla ilgili yazamadım bir şeyler. Umarım kendimi topralayıp kupa maçı öncesi yazarım.


19 Ekim 2008 Pazar

İştahsızım, ağzımda bir kekre tat!

Gençlerbirliği 1 - Beşiktaş 3


Serendipity - Sezon sonunda gelebilecek bir şampiyonluk bile ağzımdaki kekre tadı silebilir mi, bilmiyorum. Bu takımın şampiyonluktan önce, acil olarak öz değerlerini hatırlaması gerekiyor. Son 15-20 günde bu değerleri hatırlatabilme olasılığı yaratan iki gelişme yaşadık. Birincisi Ertuğrul Sağlam'ın istifasında dillendirdiği Seba patentli "Beşiktaşlılık duruşu" idi. Diğeriyse Süleymen Seba'nın bizim "şairler parkı"na dikilen heykeli ve açılış töreniydi. Sayın Seba, Beşiktaş belediye başkanına "Önce Baba Hakkı'nın heykelini dikeydiniz keşke" siteminde bulunmuş. Açılıştaki konuşmasında da kendisine has üslubuyla "benim dönemimdeki başarıların asıl sahibi fütbolculardır" dedi. Neredeyse hiç "ben" demeden tamamladı konuşmasını.

Selefin beyefendilik düzeyi halefe bir şeyler anlatıyor olmalı.

Bu akşamüzeri Gençlerbirliği'ni 3-1 geçmeyi bildi Beşiktaş. Takımda ne değişmişti, öncelikle kulübenin patronu değişmişti. Denizli'nin takımında alışık olduğumuz tertibin dışında defansın sağında Toraman, solunda Üzülmez vardı. Maçın ikinci yarısında da haftalardır raf ömrünü dolduran Ali Tandoğan tozu alınmadan sürüldü sahaya.

İlk 13 dakikada 3-0 öne geçen takımınızdan rahatlamasını, ayağa paslarla oyunu sürekli gözetim altında tutması ve saldıran rakibe karşı 5'i, 6'yı bulmasını beklersiniz. Böyle olmadı bugün. 3. golden sonra durdu takım. Yetti bu kadarı, diyerek çekildi geriye. Bu yıl iyi bir takım kuramamış olduğunu söyleyebileceğimiz Gençlerbirliği iyi oynamış gibi göründü; ama aslında onlar da oynamadı. Beşiktaş'ın defanstan savuşturmalarını toparladılar ama iyi kullanamadılar. İlk yarıda Kahe'nin ceza alanı içinde kendisini yere atmasını yemeyen hakem, neden sarı kart göstermedi, bilmiyorum. İbrahim'in yaptırdığı penaltıda da bariz gol şansı apaçıktı; ama hakem Üzülmez'i kızartmadı. Maçın sonlarına doğru Tandoğan'ın Ergün'e yaptığı faul zaten nane molla olan tadımızı iyice kaçırdı.

Sağlam'ın takımından tek fark belki de Tello'nun gol atabileceğine ilişkin umutsuzluğumuzun silinir gibi olmasıydı. Bunun dışında pek bir fark görmedim, kendi adıma. Bu takım hala başkanının (basın toplantısında yeni hocası konuşurken kalkıp giden başkanının) karakterini taşıyor. Gelen-giden hocalar bir fark yaratır mı? Bugünkü maç yaratmadığını gösteriyor (erken gelen goller yanıltmamalı, Beşiktaş bu sezon çok maça erken golle başladı). Ama bunu söylemek için erken tabi ki. En azından ilk yarının bitimine kadar ya da Galatasaray ve Fenerbahçe derbilerini beklemek gerekiyor.

Uzun lafın kısası, iştahsızım biraz. "Takım iyi gidiyor"dan yiyesim yok pek.

9 Ekim 2008 Perşembe

Bizce...


"TÜKÜRDÜĞÜMÜ YALADIM" demek
"YALAN SÖYLEDİM" demekten yeğdir!

8 Ekim 2008 Çarşamba

Zengin Çocuklarının Oyuncak Sevdası


AlKaraKartal - Uzaktan kumandalı arabaları, planörleri vardır. İşçi çocukları babalarının üç aylık maaşına el koysa alamazlar onları.

Uzaktan kumandalı arabalarını, planörlerini ilk günün iştahıyla görücüye çıkarırlar.
İşçi - Emekçi çocuklarının gözlerine soka soka; ama onları görmezden gelerek vınnlatırlar cicilerini.

Ellerinde tuttukları kumandaların ve onun hükmettiği oyuncakların kıymetini bilmezler ama. İlk fırsatta kırarlar, koşa koşa babalarına giderler ağlayarak. Anneleri kıyamaz onlara. "Yenisini alıver babişkosu" deyiverirler. Babaları kırmaz ne karılarını ne de tosuncuklarını. Hemen yenisi alınır hem bu sefer, olmuşken daha gelişkin bir model seçilir. Kıymet bilmez tosuncukların kıymet bilmezliği ödüllendirilir böylece.

Kıymet duygusundan yoksun bu civanlar aynı minval büyürler. Özel öğretmenler tutulur, en pahalısından özel okullara gönderilirler. Yine de iki formülü, üç cümleyi yanyana getiremez de bir üniversite kazanamazlarsa babaları onların bu beceriksizliğini ödüllendirmekten geri durmaz: "En iyi okullarda okut babişkosu."

Sonra iş hayatına gelir sıra. Nasıl büyüdülerse öyle çalışırlar babalarının şirketlerinde. bir şirketi batırdılar mı, "Yenisini kuruver babişkosu." Giderek kıymet bilmezlik duygusu kronikleşir. Rağbet gören ama kendilerine ait olmayan ne varsa inanılmaz bir iştahla saldırırlar. Başkaları için bir "değer" olan; ama kendileri için yeni bir oyuncaktan başka bir anlam ifade etmeyen herşeyi jambonlu sandviçlerine mayonez ketçap yapmak isterler. Yaparlar da. Parayla pulla alınabilecek herşeyi alırlar. Para tarafından satın alınamayacak şeylerin hiçbir anlamı yoktur onlar için. Aşk gibi, onur gibi, haysiyet gibi, bir karıncayı incitmekten imtina etmek gibi... Böyle şeyleri anlamsız bile bulmazlar aslında; çünkü anlamazlar ne anlama geldiğini. Kaç lira, diye sorarlar. Yanıt gelmezse, henüz parlatılmış rugan ayakkabılarının izini çıkara çıkara arkalarını döner ve yürüler kırmızı halılar üzerinde.

Baba destekli yöneticisi oldukları kurumlarda padişah değildirler asla, tiran değildirler. Bunların ne analama geldiğini bile bilmezler. Cahildirler anlayacağınız sadece isterler: bozmak için, kırmak için, iğdiş etmek için... Yenisine yer açılana kadar sömürmek isterler. İşleri bittiğinde onlar için yeni oyuncaklar hazırdır nasıl olsa. Anneciklerinin tatlı sesi babişkolarının kulaklarında çınlamaktadır hala: "hadi babişkosu üzme tosunumu". Hiç üzülmezler. Üzülmeyi bilmezler; ama varlıkları bir üzüntüdür diğerleri için. Bir asalak, gereksiz ve can sıkıcı bir uzuv gibi yaşarlar.

Aşklarımızın, hayallerimizin, gelecek güzel günlerimizin ortasına basıverirler ruganlarıyla. Ama suç onlarda değildir. Züccaciye dükkanına katır sokandır asıl suçlu olan. Katır bildiğini okur. Kırar, döker, saçar.

Kartal bir kaç yavru yetiştirir; nedense saksağan olur bunlardan birisi.

7 Ekim 2008 Salı

6 Ekim 2008 Pazartesi

Yürekteki Diş Ağrısı


İstan bul BB Spor 1 - Beşiktaş 1
Metalist 4 - Beşiktaş 1
Beşiktaş 2 - Hacettepe 1

Serendipity - Henüz 18 yaşındayken intihara yeltenen Maksim Gorki, bir intihar mektubu hazırlamıştı, şöyle yazıyordu mektubunda: "Ölümümden Alman Şairi Heine'yi sorumlu tutun; çünkü yürekteki diş ağrısını o icat etti..." Bu intihar girişimi başarısızlıkla sonuçlandı; ama Gorki'nin yüreğindeki diş ağrısı ölünceye dek dinmedi.

Araya bayram girince on günlük çevrim dışı hayat bize yaramadı. Büyükşehir'in Olimpiyat çelmesi, metal fırtınanın da habercisiydi aslında. Metalist'le oynadığımız ilk maç da oldukça haber yüklüydü; ama bu haber teknik heyet ajansına bir türlü düşmedi.

Demirören başkanlığında garip bir huy geliştirdi yönetim: Bir zamanların Fenerbahçesi gibi ne kadar çok bağırırsak o kadar sindirir, şampiyon oluruz huyu. Büyükşehir maçında hakem puanlarımızı çaldı, diye gürlemek tüm Beşiktaşlıları olmasa da bizi rencide ediyor. Hatta takımın kötü oyunu bile bu kadar üzmüyor desem yeridir. Kötü futbol burkuyor, kötü beyanat kahrediyor.

Bu akşam oynanan Hacettepe maçına gelince, dilimizde bir kekre tad kaldı desem yeridir. Metalist maçından sonra yaşananlar bu maçın önüne geçti. Tribünlerin istifa nidaları da ilk beş dakikalık sessiz protestosu da haklı ve yerinde olmaktan uzaktı. Sultan Süleyman'ı yiyen bu devran Sağlam'ı da yer. Yer ve doymaz elbette. Ama gün gelir devran döner. Bu devran dönmeli artık. Tribünlerin yönetime yönelmeyen protestolarını anlamak mümkün değil. Eğer yönetim bu süreçte pir ü pak ise Ertuğrul Sağlam gerçekten sütten çıkmış ak kaşıktır.

Bugünkü oyunun Büyükşehir maçındaki oyundan çok farkı yoktu bence.

Ertuğrul Sağlam ile bitirelim:

Bence Sağlam istifa etmelidir. Ama benim gerekçem pek çoklarıyla aynı değil. Eğer Rıza Çalımbay ile bir kader ortaklığı yapmak istemiyorsa Ertuğrul Hoca'nın şu aşamada, yani ligde mağlubiyeti yokken, hala şampiyonluk umudu varken görevini bırakmalı. Kendisi için, kariyeri için, kendisine duyulan sempatiyi sürdürmek için... Demirören grubunun aklına hoca değişikliği düştükten sonra yolundan döndüğünü görmedik hiç. Ligin 13-14. haftası gibi peşpeşe alınabilecek kötü sonuçlardan sonra Demirören grubunun kendi öz oğullarını boğduran padişahlar gibi Sağlam'ın kellesini taraftarın önüne atması sürpriz olmayacak.

Bunu senden beklemek hakkaniyetli değil; ama bu yönetimin yeni bir çirkinliği sahnelemesine izin vermemek için istifa et Ertuğrul Hoca!

NOT: Haber az önce geldi. Ertuğrul Hoca istifa etmiş. Bu kendisi için olumlu bir hareket. Yönetimin şu sözlerden pay çıkarması dileğiyle: "... Ancak benden önceki ve bana yapılanların benden sonra gelecek antrenörlere yapılmasını istemiyorum."

24 Eylül 2008 Çarşamba

"Kanat" Açtı Sonsuzluğa

Yolun Açık Olsun


Başımı alıp gittim de ne oldu!
(Son Yazı)

Kazım Kanat - Hikâyenin sonu şöyleydi: Hani doktorlar, kanser tedavim için beni hastane odasına mahkûm etmişlerdi ya... Ben de başımı alıp Bodrum'a gitmiş, hayatımı bir yelkenlide geçirmeye başlamıştım ya...
Harika bir yazdan sonra bir otelde kaldım. Klimayı açıp, keyif çattım. Sonrası ne oldu? Ne olacak, kuyruğu bacaklarımızın arasına kıstırıp, hastaneye geri döndük. Hem kanser hem de zatürree olmuşum. Kanseri yendik! Zatürreede dalga geçtik!
Ama... Aması şurada... Anlatayım...
Kanseri bir kez daha yenmenin mutluluğunu yaşarken, mutsuz oldum. Bodrum'da cehennem gibi sıcakta ilk kez bir şey yaptım. Eşim Sevinç için yaptırdığım klimayı çalıştırdım, karşısında uyudum. Sonuç felaket! Bir süre sonra nefes alamaz, yürümekte zorluk çeker oldum. Oğlum Mesut'un yemin töreni için gittiğim Kars'ta yüksek rakımda kötü oldum. Hikâyenin şimdiki sonu şöyle; ciğerlerime klimadan dolayı virüsler girmiş, mantarlar oluşmuş. Sürekli antibiyotik ve oksijen tedavisiyle ben değil, doktorlar savaşıyor. Komik olan da şu: Bir mantarı yenmek, kanseri yenmekten biraz zor olacak.
Okurlara!
Kimsenin moralini bozmak istemem. Hele benim, kanser yoldaşlarımın asla... Zaten onlara güzel haberlerim var. Kanseri 'akıllı bomba' ismi verilen bir ilaçla yendim. Elim kalem tutunca söz, her şeyi yazacağım. Biraz sabır ve anlayış, lütfen. Biliyorum ki ben sizler için umudun umuduyum!
Teslim olmak yok, geri çekilmek yok. Savaşa devam!
Sevgili okurlar!
Ne zaman iyileşirim bilmiyorum. Tek bildiğim şey, yazabileceğim an yazacağımdır.
Özel mesaj: Bu, hastane odasından yazılan belki de çok duygusal, belki de okurları ilgilendirmeyen mesajdır. Bu mesaj benim her zamanki dostum Hıncal ustaya. "Beni niye aramadın?" deme. Ama sana ulaşmam ancak bu şekilde oluyor. Ulaşsam bile konuşamam ki! Hıncal ağabey, bir aydır, hastayım kimselere söylemedim. Şu zor günlerimde kırıcı ve incitici söz ve yazıların (Benim üzerimden, benim iyileşmem için çırpınan Genel Yayın Yönetmenim Ergun Babahan'ı eleştirmen de şık değil) beni ve seni sevenleri çok üzüyor. "Kardeşim," dediğin Kazım'ı 40 yıldır binlerce yazısından tanırsın. Bilirim seversin de... Bir söz için bana düşman oldun. Ricam şudur; şimdilik biraz bekle, lütfen. İyileştikten sonra o kırıcı ve incitici eleştirilerini yapmaya devam edersin. O zaman bile tek kelime söylemem! Öyle değil mi Öcal ağabey, Haşmet kardeş?

22 Eylül 2008 Pazartesi

MAÇIN ON BİRİ (Beşiktaş-Gaziantepspor Süper Lig 21.09.2008)

Kamra-1. Ertuğrul Sağlam kendi sahasında oynadığı maçta takımın tek oyun kurucusu Delgado ve en etkili hücumcusu Holosko’yu yedek soyundurarak Gaziantepspor’un kafasını karıştırdı. Ne yapacağını şaşıran Antepli oyuncular ilk on dakikada dört pozisyon bir gol yedi.

2. İlk yarıda takımda oyun kurucu görevini top süremeyen, pas atamayan, her ikili mücadelede öyle ya da böyle yere düşmeyi başaran Nobre ve kaleci Hakan Arıkan üstlendi. Hakan Arıkan ilk yarıdaki tek golün asistini yaptı. Maç. boyunca tek yaptığı da bu oldu.

3. Gaziantep ilk on dakikadan sonra toparlandı. Orta sahayı teslim aldı. Ancak pozisyon üretemedi. İkinci yarının hemen başında en etkili hücumcusu sahtekarlıktan çift sarılı kırmızıyı yiyene kadar en azından beraberliği kurtaracak bir futbol oynadı. On kişi kaldıktan sonra bile Beşiktaş’tan daha istekliydi.

4. Bobo düşünceliydi. Maçın üçüncü dakikasında önüne düşen topa sert vurdu, gol oldu. Daha sonra önüne düşen toplara da vurdu. Onlar gol olmadı.

5. Tekme tokat kavga ettikten sonra takımdan uzaklaştırılan İbrahimler (Toraman ve Üzülmez) affedildikten sonra ilk kez forma şansı yakaladılar. İkisi de hiçbir şey olmamış gibi kendi klasiklerini oynayarak ne kadar profesyonel olduklarını cümle aleme gösterdiler. Fakat saha içinde hiç yakınlaşmadıkları da dikkati çekti.

6. Beşiktaş dört gün önceki Uefa kupası (Metalist) maçındaki gibi son paslarda beceriksizdi. Rakibinin ceza sahası çevresinde bıraktığı boş alanları ve defans hatalarından doğan fırsatları cömertçe harcamayı bildi. Attığı üç gol maçın kolaylıkla beşlik olabileceğinin bir göstergesiydi.

7. Beşiktaşlı oyuncular (İbrahim Toraman, Bobo, Nobre ) takım iki-sıfır öndeyken, karşı takım on kişi kalmışken üç sarı kart görmeyi başardılar.

8. Defansın göbeğinde Zapotocny ve Sivok yine güven veren bir futbol ortaya koydular. Zapotocny, Ertuğrul Sağlam’ın bütün ısrarlarına rağmen seksen dokuzuncu. dakikada ileri çıktı ve Beşiktaşın son ve maçın en güzel golünün asistini yaptı.

9. Beşiktaş’ın en istikrarlı oyuncusu Serdar Kurtuluş oldu. Oyundan çıkana kadar görevlerini eksiksiz yaptı. Topu yere indirdi. Attığı pasların yerine ulaşmasına özen gösterdi. Top kesti.

10. Ertuğrul Sağlam ikinci yarıda oyuna üç hücumcu sokarak galibiyetie kadar istediğini gösterdi. Holosko (kırk altı) Delgado (altmış dokuz) Batuhan (seksen dokuz) Ne var ki onlar oyuna girdiğinde maç zaten bitmişti.

11. Beşiktaş, kendi sahasında Gaziantepspor!u üç-sıfır gibi net bir skorla yenerken, yine muallak bir oyun ortaya koydu. Eleştirileri sonuna kadar hak etti. Gaziantepspor’un geçen hafta kırmızı kartla cezalı duruma düşen defansı ve orta sahanın en etkili oyuncularına (Deumi, Mehmet Yozgatlı) ve sakat olduğu için oynamayan ve ikinci yarının hemen başında atılan ileri uçun en etkili oyuncularına (Beto, Ferreira) duacı oldu.

İnönü Kanatlarımızın Altında
(Beşiktaş 3 - G.Antep 0)

Serendipty - 'Güzel günler göreceğiz çocuklar/ Güneşli günler/ İnanın çocuklar'. Metalist maçında İnönü tribünleri futbol olarak güzel günleri ne kadar özlediğimizi Nazım'ın dizeleriyle dile getiriyordu. Bu akşam bu özlemin meteorolojik olarak da ne kadar geçerli olduğunu gördük.
İstanbul'da hava ani bir çalımla hepimizi yerlere sermek konusunda öyle mahir davrandı ki bu akşam hasta battaniyemin altında ıhlamur kokularıyla bir tv seyrine hazırlanırken, telefonda chatlak gecenin dirilten kehanetini savurdu: 'Beşiktaş adamı iyi eder'. Karşı konulmaz bir çağrıydı bu. Gidecektim elbette, gittim de, iyi ki de gittim.

Yağmur öyle bir hızlandı ki maçın başlamasını alt tarafla üst tarafı ayıran koridorda bekledik. Bütün önlemlerimizi alıp tribünlere doğru seğirtirken yağmurun biraz ara vermesine hep birlikte sevindik.

Duran yağmur, meğer Beşiktaş'a sen yağ diyecekmiş. İlk on dakikada sayı tahtası 4-0 yazsa yeriydi. Yazmalıydı da...

Ertuğrul Sağlam'ın ik onbiri hem tribünlerin hem de Nurullah Sağlam'ın ezberini bozmuştu. Biz bu tertibin tam olarak nasıl işlediğini ancak 15. dakikada çözebildik. Delgado yok, Holosko yok, Uğur yok; ama İbrahimler var. Delgado'nun görevini Serdar Kurtuluş üstlenmiş. Tello'nun sürekli içerilerde dolaşması, bizim sol kanat oyuncumuz yok galiba yorumlarına neden olurken İleride de Bobo - Nobre ikilisiyle gol arıyoruz..

Çok da aramadık o golü, ilk dakikada Hakan Arıkan'ın degajı 6 saniye sonra Antep ceza alanı üstünde sekti, 7. saniyede Bobo vurdu ve topun ağlarla buluşması denen o 'büyülü büyü' gerçekleşti. Beşiktaş, "ben büyük takımım, büyük oynarım" der gibi 10 dakika boyunca bastırdı da bastırdı. Sayı artmadı ama keyfimiz gıcırdı doğrusu.

Sonra Antep sazı eline aldı, bol pas yaptılar. Ayağa, yerden düzgün paslardı bunlar. Aykut Kocaman'ın takımlarını hatırlatıyordu bu pas trafiği. Ama Antep'in topa daha çok sahip olduğu dönemler de dahil, maç boyunca tehlikeli bir atağını görmedik. Bu nasıl kaçar diyen bir Antep'li yoktur sanırım bu akşam. Antep'in pozisyon üretememesinin en önemli nedenlerini şöyle sıralayabiliriz belki, a- Nobre önde çok bastı, çok hırpaladı; b- Serdar Kurtuluş göbeği çok sevdi, pek çok atağı olgunlaşmadan engelledi; c- Zapatocny-Sivok aşısı bu takımda ciddi bir biçimde tuttu.

İnönü'de gol yememe alışkanlığımızı sürdürdük. 11 resmi maçımızdan da puan çıkartmayı başardık. Bu gidişin Metalist maçında da sürmesi en büyük dileğimiz. Tabi bu dileğin sürmesi için yerine getirilmesi gereken bazı şartlar da yok değil. Herşeyden önce sol kanatta kalıcı bir çözüm gerekiyor. Tello, toptan soğumuş gibi bir görüntü veriyor. Artık futbol Üzülmez'in oynadığı gibi oynanmıyor, malesef bu böyle. Onun önünde de toptan soğuduğunu hissettiren Tello olunca ilk yarıda takım soldan tek bir atak bile gerçekleştiremedi. Beşiktaş yönetimi Tello'yu göndererek Seric'e bir kontenjan açabilir mi? Açsa iyi olur mu? Tello geldiği günden bu yana Beşiktaş'ın aradığı sol kanat adamı olduğunu gösterecek hamleler yaptı mı? Bu soruları çoğaltabiliriz. Ama yanıtlar ne olursa olsun, sol hat için ciddi bir girişim şart gibi görünüyor.

Baba Hakkı'dan bu yana bu takıma damgasını vuran pek çok topçu geldi geçti. Yakın zamanda Sergen, Ronaldo, Zago, Guinti, Pascal, Mansız... kimler kimler. Eğer böyle giderse Zapatocny'de bu takımda efsaneleşebilir. Kaleci Murat'ın degajını keserek 75 metre top sürdükten sonra Nobre'ye öyle bir top çıkardı ki, defansif özellikleri ekmek kadayıfıysa ofansta yaptığı bu varyete de üstüne kaymak oldu. Tam 5 yıldır özlediğimiz hareketlerdi bunlar.

Bu akşam için bir parantez de Nobre için açmak gerekecek. Açık söylüyorum, her kaybettiği top sonrası eliyle koluyla hakeme itiraz etmesini sevmiyorum Nobre'nin. Bir Ahmed Hassan vardı hatırlarsınız, ben böyle ağlak adam görmemiştim. Nobre de Hassan'ın başka bir versiyorunu. Hele FB'de oynarken Samsun Spor maçında kaleci Kerem'i attırmasını hala hazmedemiyorum. Ama ne yalan söylemeli, bu akşamın bir yıldızı Zapatocny'se diğeri de Nobre'ydi. O kadar çalıştı ki, o kadar gol istedi ki, atamasaydı içimde kalacaktı.

Mutluluk verici bir akşam oldu, darısı sezonun başına.

19 Eylül 2008 Cuma

Kadıköy: Bir Uzun Yol Hikayesi

Beşiktaş: 1 - Metalist Kharkiv: 0



Serendipty - Geçen yıl Bayern Münih, Şampiyonlar Ligi'ne yaraşacak bir oyunla UEFA kupasında sahne almıştı. O ne maçlar, peşpeşe abluka altında alınmış rakiplerin perişan edildiği. Galatasaray'lı bir arkadaşım, final Münih'le bize yakışır, demişiti. Ne oldu? Pek çok insanın adını geçen yıl duyduğu Zenith, deste boy klasmanından gelip kupayı kaşla göz arasında kaptı.

Geçen yılı hatırlamamın bir nedeni var elbette. Hani bu yıl UEFA finali Kadıköy'de oynanacakya, Bayern'e kısmet olmayan kupa bu yıl Kadıköy'de bize nasip olur mu ki diye düşünüyorum.

Maça hızlı başlayan Beşiktaş'ın bugün şanssızlığı da vardı. Holosko pek çok karşı karşıya pozisyonda rakibinin parmak ucundan seken toplar nedeniyle başarılı paslar çıkaramadı. Delgado ilk yarı biraz parlar gibiydi ama ikinci yarı hiç yoktu desem yeridir. Hele ki, 70. dakika değişiklikleri takımın görüntüsünü iyice bozdu. sahada pek bir şey yapmaz görünen Tello ve Nobre çıkınca üst üste baskı yemeye başladık. Serdar Özkan bildiğiniz gibi... Bobo da çok etkili olamadı. Ama onların etkisizliği rakibe güven verdi ve maçın son dakikaları bizim için gerçekten sıkıntılı bir hal aldı.

Sanki deplasmanda oynamışcasına Sağlam'ın gol yemeden kazanmış olmamızı avantaj sayması, kanıma dokundu desem yalan olmaz. Gol yemedik ama kendi sahamızda bir adet ittire kaktıra gol attık. Maç bittiğinde Eski Açık sakinlerinin yüzü asıktı bir parça.

Defansa ve bugün ilk kez bir resmi maçta seyrettiğimiz Seric'e bir paragraf ayıralım. Zapatocny şu anda olduğu yeri en çok benimsemiş futbolcu gibi görünüyor. Beşiktaş takım olarak travmatik gelişmelere abone olmaz da iyi bir maraton çıkarırsa Zapo daha da büyür gibi görünüyor. Sivok bugün bir kaç kez yüreğimizi ağzımıza getiren hata yaptı. Fatura ağır olabilirdi, ancak Metalist forvetleri adisyona çizik atmaktan imtina ettiler. Ya da şanssızdılar diyelim.
Seric ilginç bir topçu. Bir ara acaba Tello yine geride oynasa da onun önünde Seric mi bindirse diye düşündüm. Soldan çıkışları çok sürpriz ve rakibin ters ayakta yakalanmasını sağlıyor. Ama geride bıraktığı derin boşluğu kim doldurur bilinmez. Ya da o boşluktan bize kaç adisyon çiziği çıkar diye endişeleniyor insan.

Evet gol yemedik, bu sevindirici. Bu sezon İnönü'de gol yemiyor olmamız da sevindirici. Hatta üstüste 10 maç kazanmış olmak da umut veriyor. Ama Kadıköy bir uzun yol kaptanının deneyimini, sabrını ve becerisini gerektiriyor.
Bu takımda, bu teknik ekipte ve bu yönetimde bu türden hasletler var mı emin değilim. Ama erken yazılardan birisinde de söylediğim gibi: Yanılt Beni Kartalım.

Son söz yerine:
Metalist'in defansında adını bilemediğim bir 30 numara, forvetinde de yine adını bilemediğim bir 50 numara vardı. Ten renklerinden Ukraynalı olmadıkları belli olan iki topçu. Ey Sinan Engin, bu adamaları neden biz bulamayız da Gordonlara mahkum oluruz.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Trabzon 0 - Beşiktaş 0

Serendipty - Bu maç için yazacak çok bir şey yok.
Beşiktaş topa 57. saniyede dokundu. İlk atak 2. dakikanın ortalarına doğruydu. Savunmayı biraz önde kurmuştuk, mücadele profili yüksek gidiyordu maçın.
Gerçekten de sabaha kadar oynansa bir numara olmazdı bu maçta. İki iyi çıkış yapan iki takımdı Beşiktaş ve Trabzon, bu maçta bu çıkıştan nüveler aradım. Bulamadım.

Bu maç için yazacak bir şey yok. Hem iştahım da yok. Bu seferlik beni mazur görün.

Biraz daha iştahlı olduğumda Tello hakkında yazmak istiyorum. Bu takıma niye geldi, ne verdi, ne verebilir gibi sorulara yanıt bulmaya çalışacağım.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Yerevan


Bugün Türkiye karması, Ermenistan karmasını 2-0'la geçti. Bu blogda sadece Beşiktaş ile ilgili yazılar yazmak istediğim için bu maçın detaylarına girmeyeceğim. “Tanrı Madrid'i seyredebilmek için gökyüzünde küçük bir delik açmıştır” der İspanyollar. Umarım bu akşam Yerevan'daki bu tarihi buluşmayı Taksim Spor formasıyla Hrant Ağabey de bir aralık bulup izlemiştir.

soldaki ağabey hrant

BOBO Hakkında

Serendipty - Lige ara verildi ve bu hafta takımı sahada izleyememek beni başka türden bir uğraşa sürükledi. Ara ara bunu yapmaya çalışacağım. Tek tek futbolcular hakkında düşündüklerimi yazmaya çalışacağım. Bu serinin ilk maddesi Bobo.

Yanlış hatırlamıyorsam Deivson Rogerio Da Silva Bobo, Beşiktaş'a 2005-2006 sezonunun devre arasında, Gökhan Güleç ile birlikte kiralık olarak geldi. Geldiğinde kariyerinde Brezilya U-20 karması vardı. Tigana'nın zorlamasıyla 2006-2007 sezonunun başında da bonservisiyle Beşiktaş'lı oldu.

Özellikle geçen sene Bobo'nun ülke dışından çok önemli talipleri olduğu söylendi durdu. Söz gelimi Marsilya ısrarla istemiş Bobo'yu. Bu sezon başında yönetim, Bobo üzerine cin fikirler kurdu ve Pekin'de oynayacak Brezilya karması kadrosuna çağrılmasını bekledi. Hesap belliydi: Uluslar arası arenada boy gösterecek olan Bobo Brezilya karması oyuncusu olarak pazarlanacak ve yüksek paralara kolayca alıcı bulacaktı. Bu fikir çok da yanlış sayılmazdı, Bobo geçen yıl karmaya çağrılmış, 6 Şubat 2007'de oynanan İrlanda Cumhuriyeti maçında ilk on altıda yerini almıştı. Hesap tutmadıysa da cin fikirler umut kesmedi. 2010 Dünya Kupası elemelerinde Brezilya kadrosunda hala şansı vardı Bobo'nun. Ama Dunga bizim Bobo'yu yine görmezden geldi. Bu son görmezden geliş, cin fikirlilerin de umudunu kesmesine neden olmuş olacak ki, hafta içi başkan bir açıklama yaptı: “Sezon başında Bobo'yu satmamakla ne kadar iyi bir iş yaptığımızı göstermiş olduk”.

Başkanın bu ilginç açıklamasını bir kenara bırakalım. Bobo niçin Brezilya karmasına çağrılmıyor artık, sorusunun yanıtını arayalım. Bobo ilk ve son kez (şimdilik) 2008 başında Berizlya karmasına çağrıldı. Bu tarihte Brezilya'nın iki önemli eksiği vardı, dünya yıldızı Kaka ve henüz 18 yaşındaki gol makinesi Pato. Brzilya, forvet hattında Sevillalı Fabiano, Real Madridli Robinho ve Bredalı Da Silva Leonardo Moura'yla çıktı maça. Son dakikalarda Fabiano oyundan alınırken Bobo yerine Betisli Rafael Sobis, Dunga'nın tercihi oldu. Bobo bundan sonra Brezilya karmasına çağrılır mı bilinmez; ama şimdilik niçin kendisine yer bulamadığının bazı ip uçlarını görmek mümkün.

Bu ip uçlarının peşinden giderken Bobo'yu iki kulvarda değerlendirmek gerekiyor, birincisi Süper Lig'deki; diğeri ise Avrupa kupalarındaki performansı. Süper Lig'de oynadığı maçlarda Bobo'nun iki karakterini görebiliyoruz. Birincisi topla dripling halinde mücadeleden kaçmayan, ikili pozisyonlarda rakibini geçen, adam eksilten ve asist yapabilen bir Bobo. İkincisi ise Nobre gibi, Jardel gibi, hatta Tanju gibi 'striker' özellikleri gösterebilen, gelen ortayı tek hamlede hedefe ulaştırabilen bir Bobo. Türkiye spor kamuoyunda kendisinden söz ettirdiği, yorumcuları kendisine hayran bıraktığı özelliği birinci özelliğidir diye düşünüyorum, yani dripling halinde sonuca giden gol atan ya da attıran Bobo. Bir önceki hafta Antalya Spor karşısında kaydettiği 3. gole bakmak yeterli. Bir uzun topu kovalayan omuz omuza mücadelede ayakta kalan ve iki defans oyuncusunu düşürdükten sonra kaleciyi de çalımlayarak golü kaydeden Bobo. Dünya futbol piyasasında bir değeri olacaksa, bu özelliğiyle olacaktır Bobo'nun.

Öte yandan Avrupa kupalarındaki performansına baktığımızda Bobo'nun oyunu kopartan bir futbol yerine daha 'striker' özellikleriyle sahneye çıktığını görüyoruz. Geçen yıl oynanan Liverpool ve Marsilya maçlarını düşünün. Bobo kendisine atılan pasları iyi kontrol ederek yanındaki adamı ekarte etmiş ve düzgün vuruşlarla gollerini kaydetmişti. Bu maçlarda Bobo'yu sağdan soldan oyun deneyen, adam geçerek orta yapan ya da göbekten delip kaleciyle karşı karşıya kalan bir forvet olarak görmedik çok fazla. Yani Süper Lig'de gösterdiği driplingli oyun karakterini Avrupa maçlarında gösteremedi (Siroki Brijeg maçını Avrupa maçı olarak değerlendirmediğimi söylememe gerek var mı?). Kaka, Ronaldinho, Fabiano, Robinho, Moura ve adını sayamadığım pek çok hücum oyuncusuna sahip olan Brezilya'nın 'striker' tipi bir golcüyü gerektiren bir oyun kurgusu olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle Bobo'nun bu takımda bir 'stirker' özelliğiyle yer bulabilmesinin mümkün olmadığını görmek zor değil. Öte yandan Süper Lig'de gösterdiği driplingli forvet karakterinin de maalesef Türkiye futbolunun defansif zaaflarından kaynaklandığını düşünüyorum.

Bu savlarımı çürütecek tek şey, bu yıl UEFA'da sahne alan Beşiktaş maçları olabilir. Grup maçlarına kaldığımızda (ben öyle olacağına inanıyorum) eşleşeceğimiz güçlü rakiplere karşı Bobo eğer ileride basan, topla daha çok buluşma arzusu içinde sağdan soldan göbekten arayan bir forvet görüntüsü verirse bu yazının üzerine inşa edildiği temel düşünce çökmüş olacak.

Takımdaki futbolcuları sempati sıralamasına soktuğumda ikinci sıraya yerleştirdiğim Bobo'nun beni yanıltması ve hem Avrupa maçlarında yüksek performans göstermesi hem de Brezilya karmasının vazgeçilmez forveti olması en büyük dileğim.

2 Eylül 2008 Salı

Bu Gece İnönü'de Çocuklar Gibi Şendik


Ligin ikinci haftasında Konya Spor'u 2-0'la geçtik. Hafta içi 2-1 kazanacaklarını söyleyen kâhin başkan'a selam olsun!

Serendipty - Ramazan'ın ilk günü olması bir yana haftanın ilk günü olması, Şairler Parkı'na gidene kadar biraz zorladı beni. Maçka kampusunun köşesinde sudabalık'la buluştuk. Otelin yanından parka doğru inerken gün pazartesinden pazara, ben de "businessman"den taraftara dönüyordum. Sudabalık'la birlikte ben aslında üç kişiydik. Şubat'ta doğmasını beklediğimiz güneş'imizi ilk maçına götürüyorduk.

Tribün'e çıkar çıkmaz, havaya girdik hemen. Tribün giderek ODTÜ Beşeri kantinine benzemeye başladı. Herkes hoş sohbet, herkes gündoğunca hep uyanan stadlara dayananlardan.

Maç, ilk dakikada korner atışımızla başladı. İlk 25 dakikayı devirdiğimizde istatistik rekorları kırdık sanıyorum. 6-7 korner ve onlarca sağlı sollu orta yaptı takım. Hem de Holosko yeterince aktif olmadığı halde. Pozisyon olarak ilk yarıdan aklımızda kalan Serdar Özkan'ın altı pastan Jefferson'a nişanlaması ve aynı pozisyonda Delgado'nun penaltı mı ki dedirten düşürülmesiydi. Ama 25 dakika takım öyle bir oynadı ki, böyle bir baskıyı böyle bir arzuyu 100. yıldan bu yana görmemiştik. Şenlendik, çocuklar gibi.

İkinci yarı zaten iş koptu. Kazandığımız penaltı konusunda kafamız çok net değildi, belki de bu yüzden penaltının kaçması konusunda kimse uzun boylu hayıflanmadı. Delgado gol kaçırırken bile çok sevimli bir adam. Kalsın bizde üç beş yıl daha.

Serdar Özkan konusunda bir paragraf açmanın vaktidir. Bazı topçular vardır, saha içinde yarattıkları etkileyiciliği mikrofon karşısında da sürdürmek isterler. Büyük büyük laflar ederler. Halbuki onlardan beklenen retorik ya da hitabet değildir. Derin pası önceden sezmesidir, hızlı ve çabuk olup adam eksiltmesidir, hücumu da defansı da aynı performansla kotarabilmesi, savunmayı karşı onsekiz içinden başlatabilmesidir. Serdar'da bunlar yok dersem haksızlık etmiş olurum; ama söylemeliyim ki boyundan büyük lafları, "oldum ben" tavırları bir gün onu bu takımın en antipatik oyuncularından biri yapabilir. Bugün ikinci yarının ortalarında, sanırım Delgado, Özkan'a öyle bir ters top attı ki uzun yıllardır böyle tek ayak üstünde bıraktıran bir pas görmemiştim bu sahalarda. Serkan Özkan bu topa öyle bir yetişemedi ki, sanırsınız kariyerinin sonlarına yaklaşmış bir Ronaldo, kendisine çok kilo aldı diyenleri haklı çıkarıyor. Sanırım biri ilk yarıda olmak üzere bunun gibi yavaş kaldığı iki üç pozisyon daha vardı. 2002-2003 şampiyonluk maçında Sergen'i hatırlıyorum, 80. dakika civarında bir kontratakta yaklaşık 70 metre top sürmüş, Tümer'le duvar yapmış ve golü atmıştı. Şampiyonluğu getirecek bu golün sevincini yaşarken aynı deparı bir kez daha attı. Sergen o sırada 30'unun üstündeydi ve ben Sergen'in büyük laf sevdasına düştüğünü pek hatırlamam.

Bu maçta ayrıca gördük ki, Beşiktaşımızın defansı iyi yolda olduğu sinyalleri veriyor. Toraman defansın göbeğine çok yakışıyor. Zapatocny sağında ister Sivok olsun ister Serdar Kurtuluş, gayet uyumlu. Hem kesici hem de dağıtıcı. Soldaki sorun sürüyor ama. Seric oraya çare olabilir mi, umarım olur. Gordon meselesi çözüldü diyorlardı bugün. Umarım o da takıma hızlıca adapte olur. Bir başka iyi dilek de Holosko için attığı golün onu özlediğimiz rüzgarına yeniden kavuşturmasını diliyorum.

29 Ağustos 2008 Cuma

Büyük Takım Gibi Kazandık


Kara Kartal'dan kamra'ya doğum günü jesti: Beşiktaş 4 - Siroki Brijeg 0

Serendipty - Chatlak arayıp sana bir kombine ayarlayabilirim dedi, eski açık dedi, şairler parkı dedi, Melih Cevdet dedi... Bir cümleye sığabilecek tüm güzellikler bir aradaydı. Önüyle ardıyla tam bir ritüele konuk oldum. Şairler Parkı'nda Melih Cevdet'e nazır buluştuk. Biramın ilk çeyreğini İlhan Berk anısına yudumladım. 3 yaşında müdavimleri de 50 yaşında ağır abileri de vardı Parkın. Besteler ardı arkasına söyleniyor, ses telleri tribüne akordlanıyordu.

Stada girmeden Kartal Yuvası'ndan formamı aldım ve hemen oracıkta soyunarak mabed kostümüme büründüm.

Maç başladığında takım, Antalya maçından daha derli toplu daha arzulu görünüyordu. Büyük takım olduğunu hatırlamış, turu değil asıl yarın çekilecek kuraları düşünüyor gibiydi. İlk yarı 1-0 bittiğinde kaçan en az 3 pozisyon vardı ki, ikinci yarıda gelecek gollere hazırlıyordu bizi. İkinci yarı başladığında Bobo sağ kanadın efendisi olarak 4 net tehlike yarattı. Bunlardan birini Serdar Özkan gole çevirdi, diğerleri eridi. Nihayetinde Bobo, attırmak güzel ama atmak daha da güzel demiş olacak ki, soldan Tello'nun ortasına narin bir dokunuşla farkı üçe çıkardı. 86'da Tello o kadar güzel aşırttı ki, içimden işte Sergen, işte Pascal, işte Mansız, işte Beşiktaş golü dedim.
Siroki Brijeg gerçekten cılız bir takım, bu yüzden takımın oyununu uzun uzadıya övmenin anlamı yok. Çıktılar kazandılar, yapmaları gerektiği gibi. Rakip küçük olunca Beşiktaş büyük durdu, durması gerektiği gibi.

Zapotocny-Sivok ikilisi sık geri paslarıyla bende bir soru işareti yarattıysa da bu ikiliyi ciddi bir maçta değerlendirmek daha sağlıklı olacak sanki. Yine de Zapata'nın topu oyuna sokma becerisi nicedir sahamızda görmek isediğimiz bir hareket. Holosko toparlanacak inşallah.

Söylediğim gibi bu maçı ölçü alıp takımı övmek de yermek de yersiz. Ama taraftar için bir kaç şey söylemek lazım. Kapalı, tüm mutlu maçlarda olduğu gibi bir zamandan sonra oyundan koptu hovardaca bir eğlenceye daldı. Hem eğlendi hem eğlendirdi. Dattiri Dat'lardan sonra bir Mexico dalgası örgütledi ki, görülmeye değerdi. Ama asıl haber değeri olan tüm stadı soyunmaya davet etmeleri ve büyük ölçüde başarmış olmalarıydı.

Bu akşam için Karakartalımıza teşşekürü boyun borcu biliyorum. İnönü'de kamra'nın doğum günü için hazırlanmış bir parti vardı sanki bu akşam. Her ne kadar doğum günü çocuğu anakara'da sade, gösterişten uzak bir akşam geçiriyor olsa da.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Büyük Takım Gibi Kazan Kartalım!


Serendipty - Avuç içlerim terledi, kalp ritmim hızlandı. Kolay mı, üç buçuk aylık bir ayrılıktan sonra bizimkiler yeşil sahalara kanat açıyor. Rakip Antalya. Aslında biraz kapalı kutu. Ne yapar, nasıl yapar bilmiyoruz. Hele iki yıl önceki 4-4'lük maçı düşününce durum biraz daha nezaket kazanıyor.
Maçtan önce Antalya Spor taraftarıyla bizim çocuklar arasında bir arbede yaşandığı haberi gelmişti, hatta sonucu ölümle sonuçlanabilecek bıçaklı pratikler yaşanmış. Neyse ki hayati tehlike atlatılmış. Daha maçın başında, saygı duruşu sırasında Antalya tribünlerinden gelen küfürler için ne söylenebilir? Hasan Doğan'ın anısına saygısızlık, yepyeni bir sezona en başından saygısızlık, olası bir saha kapatma cezasıyla Antalya Spor'a saygısızlık... Neyse buralarda oyalanmayalım.

Maç başlar başlamaz "eyvahh!" çekmemize neden olan bir atak yedik. Sivok kontrol etmesi gereken rakibine doğrudan hamle yapınca çalımı yedi. Gelen ortada kale büyük bir tehlike atlattı. Ardından bir tehlike daha, bir korner ve hoop golü yedik. Rakip stoper gelişine vurdu, Rüştü ne yapsın? Biz ilk kornerimizi 24. dakikada attık. Bu dakikalarda sadece Delgado bir şeyler yapmaya çalışıyor gibi görünüyordu. Bunun dışında takım keyifsiz bir temaşa sergiliyordu. Onca çabayla futbol sever haline getirdiğim sudabalık bile sıkıldı, uyuklamaya başladı. 29'da Delgado, maradona-messi cazibesiyle onsekize girerken Holosko'ya al-at dedirten bir pas çıkardı. Holosko'dan beklenmeyecek bir fiyaskoyla sonuçlandı bu atak. Sudabalık oyundan umudunu kesip çamaşırları asmaya gittiğinde, biz ikinci golü yedik. Volüm'ü duyup içeriden bağırdı "gol mü, attık mı?", hayır yedik, dedim mi mırıldandım mı bilmiyorum. Golün hemen ardından Serdar Özkan-Aydın Karabulut değişikliği geldi. Serdar'ın oyuna hareket getireceği belliydi; ama soldaki sorunun Tello'dan kaynaklandığı belliydi. Defansın solunda daha iyi bir alternatif olmadıkça Üzülmez tek seçenek diye düşünüyorum. Tello'yu orada kullandığında hem defans aksıyor hem de hücumda eksik kalıyorsun.

Bu minvalde ilk yarı bittiğinde sağda işlemeyen bir Holosko- Tandoğan ikilisi, solda iki gol hediye eden bir Tello-Aydın işbirliği vardı. Sivok ve Gökhan gibi B sınıf iki topçuyu da dörtlü defansın ortasına koyduğunda ikinci yarı için manzara nahoş görünüyordu.

İkinci yarı Antalya Spor'un iyice geriye yaslanmasıyla başladı ve belli oldu ki bizimkiler bu maçta mutlaka gol bulacak. Ama dakikalar ilerliyordu ve gol gelmiyordu. 65 olduğunda Rüştü, belki de maçı çevirdi. Bu maç son dakikaya kadar daha çok çevrildi ya neyse :)... 78 olduğunda nihayet umut ışığı geldi. Kaptan olduktan sonra daha çok sorumluluk alan ve gözle görünür bir aşama kaydeden Delgado golümüzü attı. Sudabalık'la golün sevincini yaşarken ikinci gol geldi, dakika 80.
Ama bu gol güme gidebilirdi. Holosko'nun ortaladığı yere önde Nobre, arkada Bobo hamle yaptı. Nobre önde topa kafası eli kolu nesi varsa hamle yaptı. Allahtan açık ara topa dokunamadı da Bobo ikinci golü tescil ettirdi. Geçen yıl oynadığımız Ankara Spor maçını hatırladım, allah korudu.
Maç bitmeye yüz tutarken bizim on sekizde Ali Tandoğan yerde sürdürdüğü mücadelede topa elle temas etti, her ne kadar Sultan Toroğlu penaltı dese de bence alakası yoktu. Tandoğan ilk kez bu kadar iyi niyetliydi. Hemen ardından üçüncü golü yemediğimize dua ettik. Sağ çaprazdan gelen sert şut uzak direkte patladı. Topun dönüşü Nobre'nin kafasından Boobo'nun önüne düştü. Bobo 51 metre sürdüğü topu kaleci Ömer'i de çalımlayarak filelere bıraktı. Geçen yıl yaşadığımız gibi bir son dakika çevirmesi yaşadık. Keyfimiz yerine geldi, ama şu işi son dakikaya bırakma işine Euro 2008'de yeterince doyduk. Artık biraz daha "büyük takım" gibi kazanmak bizim de hakkımız değil mi?

Ezcümle;
* Holosko'nun kesin dönüşe geçmesini bekliyorum, bu gidişle hem onun kariyeri hem de takımın durumu sallantıda,
* Gökhan Zan'ı yine sindiremedim,
* Üzülmez sol kanatta yerini almalı,
* Antalya sezona antisempatik başladı, ikinci bir Çarşı-Texas çekişmesine ihtiyacımız yok,
* Bu kene işi yeşil sahada da iş görmez mi?
* Üçüncü başladık, lider bitirelim.

14 Ağustos 2008 Perşembe

2008-2009 Sezonu Yine Hüsranla Malul -Yanılt Beni Kartalım!


serendipty - Az önce UEFA ikinci ön eleme maçını seyrettim: Beşiktaş-Siroki Brijeg. D Smart özürlüsü olduğum için maçı karşıdaki birahanede izledim. Maç 90+2'ye kadar 0-2 seyrediyordu. Ben o sıralarda yanımdaki genç Beşiktaşlı'ya skordan ne kadar mutsuz olduğumu, bu takıma en az 4 gol atmamız gerektiğini söylüyordum ki hoop golü yedik. Yani yine bildiğimiz Beşiktaş.
Maç boyunca gördüğüm şuydu, büyük takım olmanın herhangi bir şartını yerine getirmiyoruz. Oyunu kontrol etmek, skor avantajını yakaladığında rölantiye almak, belli bir kurgu içinde gol aramak gibi standart "takım olma" halleri bile bize çok uzak. 20. dakikada önce Uğur İnceman'nın becerisi, ardından kesilen topu takip eden Aydın Karabulut'un adrese teslim ortasıyla bu takımın en sempatik 'kaptan'ı Delgado'nun kafası ilk golü getirdi. İkinci gol 83. dakikada Serdar Özkan'ın ısrarcı mücadeleciliği ile sıfıra inerek kestiği topa Nıbre'nin dokunuşuyla geldi. arada geçen 67 dakika içinde sözü edilebilecek tek pozisyon Holosko'nun sol çaprazdan vurduğu ve rakip kalecinin kornere çeldiği toptu.
Bu maç üzerine analiz yapmak beni aşım aşım aşıyor. Bu işi futbolbilir abilere/ablalara bırakarak yapabileceğim şeye, tek tek topçular üzerinde dedikoduya yönelmekten başka çarem yok.

Kaleden başlayalım yani Rüştü'den. Geçen yıl yaşanan Porto faciası ve Euro 2008 Almanya performansıyla hatırladığımız Rüştü için bir şey söylemek istemiyorum. Onu Türk kulakburunboğaz'cılarına havale etmek en doğtusu olacak. Hala Hakan Arıkan'ın tek geçilmesinden yanayım. 90+2'de tehlikeli sayılabilecek tek topu içeri alması Suç Rüştü'de mi yoksa Temmuz başında ortakulak ameliyatı olmuş, 40'ına yaklaşan bir adamı kaleye koyan teknik heyette mi bilmiyorum. Rüştü konusunu kapatalım.

Defansın göbeğinde Sivok ve Zan vardı. Sivok fena değildi, hatta bir iki pozisyonda erken hamleler yaparak biraz Zago'yu hatırlattı diyebilirim. Gelelim Gökhan'a, bir pozisyonda rakip futbolcu öyle bir tekme salladı ki sol ayağına aldığı bu darbe sonrası sakatlanıp maçı terketmemesi ezberimizi biraz bozdu ama Gökhan Zan bildiğimiz gibi. Bu adamı Arsenal gerçekten istedi mi allahaşkına? Sağda, gelişinden beri içime sinmeyen, Ali Tandoğan vardı. Bir allahın kulu bu adama taç atışı yapılırken çizginin gerisinde durmasını söylemiyor mu acaba? Gerçi hakem görmedi ama Ali'nin kullandığı bu ihlalli taçlardan birinde takım gol atsa sevincim kuırsağımda kalacak. Solda Tello sırıtmadı, ama insan düşünüyor, bu adamı biz Üzülmez'in alternatifi olarak mı almıştık.

Defansın hemen önünde çift ön libero olarak Uğur İnceman ve Cisse yer aldı. Her ikisi için de benim görüşüm olumlu. İnceman Beşiktaş'lı olma yolunda çok mesafe almış. Canla başla çalışıyor. Elbette insanın aklına Koray Avcı gelmiyor değil. Nasıl geldi, nasıl gitti.

Orta sahada Delgado, Holosko, Aydın Karabulut üçlüsünü, ileride tek forvet Bobo'yu izledik. Geçen yıl teorik olarak Ricardinho ile orta sahanın göbeğinde çok şey beklenen Delgado bu yıl tek başına kalmış gibi görünüyor. Bu adamın tüm sevimliliğine ve futbol becerisine rağmen, takımın gereksinim duyduğu oyun kurucu olduğundan şüpheliyim. Kaptan olmak mücadeleci gücünü arttırmış gibi görünüyor. O bildiğimiz kırılgan halinden uzak, kora kor mücadele içinde gördük kendisini. Ama orta sahadaki yaratıcı kimlikten hala uzak. Hala bir Sergen'i yok bu takımın. Hadi Sergen'i bir yana bırakalım, bir Yusuf Şimşek ayarında oyun kurucusu da yok. Umudum Delgado'nun bu boşluğu dolduracak biçimde kendisini geliştirmesi. Tüm sempatime rağmen biraz karamsarım. Holosko, bariz bir gol pozisyonunu harcaması dışında fazlaca etkili görünmedi. Yine de geçen yıl olduğu gibi bu yıl da İnönü'deki maçlarda çok iş göreceği sinyalleri verdi. Bobo'nun adı hala çok güzel, ağız dolusu söyleyebiliyorsunuz bobbo diye.
Bu yıl Beşiktaşlıların izleyeceği adam soldaki Aydın Karabulut olacak. İlk golde Delgado'ya gönderdiği meşin yuvarlak bana Samsun Sporlu Rıfat'ı hatırlattı. hani şu Tanju'yu Tanju yapan gölgedeki kahraman. Aydın'ı bekleyen tehlike topla oynama sevdası yüzünden üç beş top ezdikten sonra tribünlerin tepkisini çekme olasılığı. İddialı bir topçu olacaksanız hata yapmayacaksınız. Tansiyonu yüksek maçlarda ne seyircinin ne basının ne de teknik ekibin toleransı yoktur. Ama şunu da söylemek lazım, Aydın Karabulut bu takımın en iyisi olma yönünde ilerliyor. Galatasaray'dan Arda'yla karşılaştırısak Aydın'ın güçlü fiziği ve takım oyunu içinde kalmayı bilmesi açısından daha üstün olduğunu söyleyebiliriz.

Ertuğrul Sağlam konusunda da bir iki şey söyleyeyim. Nobre ve Serdar Özkan değişiklikleri yerindeydi. Zamanlaması da oldukça iyiydi. Ama hani o görev başına gelirken vaat ettiği 'zevk veren futbol'dan bir iki örnek görsek artık diyorum. Sağlam yönetimindeki takımdan tek gördüğümüz bol adrenalin ve hayal kırıklığı.

Bu takımın bir de başkanı ve menajeri var. Ama ben bu ikili konusunda konuşabilmek için yeterince ayık değilim.

NOT: Bir avuç da olsa Beşiktaş taraftarı yine mesaj kaygısından imtina etmedi.

AL-KARA SEVDA: BEŞİKTAŞ


AlKaraKartal - Kime sorsanız taraftarı olduğu kulübü benzersiz kabul eder. Benim için de bu böyle. Beşiktaş benzersizdir. Oysa aynı zamanda diğerlerinden çok da farklı değil. Benzersiz; ama diğerleri gibi.

Yani benim klubüm de pek çokları açısından bir iktidar alanı. Kulübün baş koltuklarına kurulduklarında burunlarından kıl aldırmayan, herşeyin en doğrusunu bilen, asla ama asla yanlış yapmayan muktedirler. O koltuklardan indikleri anda koltukların yeni sahiplerini küçümseyen, onları iş bilmezlikle suçlayan, olumlu giden bir şeyler varsa kendilerinin eseri olduğunu iddia eden devrik muktedirler.

Koltuklar dolar boşalır. Biz hep aynı yerde dururuz oysa. Kalbimiz, sahaya çıkan 11 genç adamla birlikte altı pastan orta sahaya, rakip yarı alandan onsekize bir kuş gibi kanat çırpar. 90 dakika yaşam durur. Baş koltuklarda oturanlarla ilişkimiz söner. O koltuklarda oturanlar için tekinsiz kuru kalabalıklarızdır. Bizim içinse onlar kulübümüzün başına çöreklenmiş, varsıl iş bitiricilerdir. En azından başkanlardan nemalanmayan büyük çoğunluk için bu böyledir.

Taraftar olarak bizlerinde kusurları vardır. İşler iyi giderken en büyük olan bizim başkanımız olur mesela. Ama işler kötüyse o başkanı kendi evimizde yuhalayabiliriz. Teknik adamlardan daha bilgili, topçulardan daha yetenekliyizdir.

Ama yine de biz taraftarız, yani kalıcıyız. Ev bizim, klüp bizimdir. Karşılıksız destekleriz.

Bu blog küfretmeyenlere, karşılıksız sevenlere, muktedirlere mesafeli duranlara aittir. Beşiktaşlı olmayan misafirlere de açığız; ama temel futbol sevgimizin biricik nesnesi Karakartalımız'dır. Al-Kara bir sevdamız var...

Hoşgeldiniz.