13 Aralık 2009 Pazar

Burada Futbol Mart’ta Başlar

Serendipity - Yüzünde o müstehzi gülümseme, kırık dökük Türkçesiyle diyor ki , “CSK – Beşiktaş kardeşlik maçı!”. Önce anlamıyorum karşımdaki İngiliz’in ne demek istediğini; ama o devam ediyor “Avrupa’da futbol mart ayında başlar, ondan öncesinde kardeş kardeş oynarlar”. Birkaç kez gıcık oluyorum kendisine. Doğru söylediği için, 4 büyükten birisini değil de Sunderland’ı tuttuğu için, doğru söylediği için, dalga geçtiği için, doğru söylediği için, bir gece önce Beşiktaş 2-1 yenildiği için, doğru söylediği için…

O günün akşamına radyoda bir konuşma, “Beşiktaş beni çok hayal kırıklığına uğrattı. Bu gruptan çıkmalıydı. En azından bir Avrupa Ligi değil mi ama. Hele şu CSK’nın çıktığını düşündükçe…” Bu sefer gıcık olmuyorum, Türkçe ya! Hadi canım, diyesim var. Sanki Beşiktaş Avrupa Ligi ölçüsünde top oynadı mı 6 maçlık seride. Turnuva başlarken 3 puan hakkınvar, hangi takımdan almak istersin diye sorsalar herkes, aman Manu olmasın da, demez miydi? Gel gör ki, oynattığı futbol kadar taktisyenliğiyle de meşhur Mustafa Hoca aldığı 3 puanı havaalanında bırakıp gelse de pek fark etmeyecekti. Zaten Manu maçının iki starının da 35’lik olması bir şeyler anlatıyordu bize. Öyleki 35’liklerden İbrahim Üzülmez gösterdiği doğa üstü performans nedeniyle hocası tarafından dinlendirildi ve Diyarbakır maçında oynatılmadı. Oysa ben Manu panteri Rüştü’nün CSK maçında dinlendirilmesini tercih ederdim. Hakan’ın sakatlığında Korcan İnönü’ye, İnönü Korcan’a hasret.

Futbol baronları iki yıldır Beşiktaş orta sahasının yaratıcılıktan uzak olduğunu söylüyorlar. Ernst’in harika bir asker olduğunu; ama yaratıcı olmadığını, oyun kurma vasfına haiz olmadığını söylemeyeni yorumcudan saymıyor kimse. Ben bu tür eleştirinin Brezilya tipi futbol anlayışının mutlaklaştırılması olduğunu düşünüyorum. Orta saha jonglörlü futbol evet göze hoş geliyor, keyiflendiriyor; ama olmazsa olmaz mıdır, bir düşünmek lazım. (Burada bir parantez açarak Ernst veya Fink’ten söz ederken yorumcu baronların ‘Alman malı’, ‘Alman panzeri’ gibi benzetmelerinin futbol söylemine sinmiş gizil bir ırkçılığın dışavurumu olduğunuj söylemek isterim). CSK maçında Beşiktaş soldan yüklenirken oyunun kilitlendiği anlarda “yaratıcı olmayan” Ernst , ters kanatta topu Kaş veya Ekrem’le buluşturarak rakip savunmanın ters ayakta yakalanmasını sağladı defalarca. Ama o sağ kanat topçuları kramponlarını tersten giydikleri için pek bir şey yapamadılar, o ayrı.

Müstefi Asbaşkanı tarafından sözlerinin yanlış anlaşıldığını ifade edebilmek için “Bunu maalesef değerli değerlendiriciler böyle değerlendirdiler” gibi cümlelerin kurulabildiği bir klüp haline getirilen Beşiktaş’ın bir şampiyonlar ligi macerasından 4 gol ve 4 puanla ayrılması bir başarı olarak da değerlendirilebilir.

Annemizin ligine dönecek olursak; Beşiktaş karne tatiline önündeki 6 puanı da alarak girerse süreci en az hasarla atlatmış olacak diyebiliriz. Ama Eğer mevcut yönetim Ocak’ta seçimi kaybederse yeni kabinenin kucağına bir saatli bomba bırakmış olacak. Delgado’nun gelişi Tabata’nın sinişi mi olacak, Beşiktaş bu süreci nasıl yönetecek bilinmez.

Bir Komplo Sunderland’lı bir İngiliz’in örseleyici espirisiyle başladığım bu yazıyı Antep işi bir komplo teorisiyle bitirmeme izin verin. Komplo bu ya, Ocak ayı geldiğinde İbrahim Kızıl federasyona başvurarak Beşiktaş Kulübü’nün Tabata’nın transferinden kaynaklanan borcunu vadesi dolduğu halde ödemediği gerekçesiyle şikayette bulunur. Federasyon Beşiktaş Kulübü’ne belli bir süre verir ve borcunu ödemesini ister. Beşiktaş bu süre içinde de borcunu ödemez. Gerekli tüm süreç işletilir ve federasyon Tabata’nın eski takımına iadesine ve Beşiktaş Klübü’nün de bilmem şu kadar euro ceza ödemesine karar verir. Böylece Antep yarım sezonluk bir kiralama işinden iyi para kazanmış olur, Beşiktaş da Delgadosuz dönemi 8,5 milyonlar harcamadan atlatmış olur. Ya bu senaryo gerçek olacaktır ya da Beşiktaş’ın vay haline’dir.
Bu yazı 12 Aralık 2009'da Birgün Gazetesi'ndeki "Yamalı Meşin" köşesinde yayımlanmıştır.

26 Kasım 2009 Perşembe

Happy Birhtday Valerie

Manchester United 0 - Beşiktaş 1

Serendipity - Topu üçüncü bölgeye kadar hiçbir baskıyla karşılaşmadan, kısa paslarla getiriyor; ama oradan dördüncü bölgeye aktarmakta acemilikler yaşıyorsan yapacağın şey o bölgeden kaleye sert, aşırtma, plase şut değil de nedir?

Tello bunu yaptı, gönlümüzü kazandı. Üstelik eşinin doğum gününde :)

22 Kasım 2009 Pazar

Eski günlerdeki gibi...

Beşiktaş 3 - Fenerbahçe 0

Serendipity - Eski günlerde de böyleydi hep. Onlar gelirdi Dolmabahçe'ye biz yenerdik. Biz giderdik Kadıköy'e yine biz yenerdik. Hem de dün akşam olduğu gibi güle oynaya.
Şu fotoğraftaki ikiliye dikkat etmek gerekiyor ama. Bu iki arkadaşın futbolculukla ilgileri tartışılabilir. Kimileri onları futbolcu olarak da kabul edebilirler; ancak dün akşam çıplak gözle bir kez daha gördüm ki bu iki arkadaş birer ajitatör, provokatör ve terminatör.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Biz, Büyük Beşiktaş Taraftarıyız. Kimliğimiz Budur!


Biz, Büyük Beşiktaş Taraftarıyız....

Kimliğimiz budur.
Her birimize kimlik sorulacağı ilanı yapılarak potansiyel suçlu muamelesine maruz kıldığınız bizler, bu ülkenin insanlarıyız...

Halkız, Beşiktaşlıyız...

Bizleri tanımıyor değilsiniz;

İşçiyiz, işsiziz, öğrenciyiz, öğretmeniz, şairiz, memuruz, tezgahtarız, yazarız, çizeriz.
Bildiğin işportacıyız, çiftçiyiz...
Köydeki çoban, denizdeki balıkçı, yoldaki şoförüz.

Kadın-erkek, kimimiz yaşlı kimimiz genciz…
Yeni doğmuş bir bebek, sokakta kovaladığın çocuğuz.

Ezcümle;
Halkız, Beşiktaşlıyız.

Biz, Büyük Beşiktaş Taraftarıyız.

1 Kasım 2009 Pazar

Gökçek Size Yakışıyor, Siz Gökçek'e!

Beşiktaş 1- Ankaragücü 0

Serendipity- Ülkenin güzel tribün dostluklarından birisi (kaç tane var ki bunlardan) Bursa Spor ile Ankaragücü arasında tesis edilmiştir, bilirsiniz. Trajik de bir hikayesi vardır. Üniversite okumak için Ankara'ya gelen Bursa'lı iki kardeş, sırtlarında Bursa formalarıyla Ankaragücü tribünlerinin müdavimi olurlar. Kabul de görürler. İki taraftar arasında böylelikle bir yakınlaşma başlar. Daha sonra kardeşlerden birisi bir tarafik kazasında ölünce (#edit: ölüm nedeni için bkz. aşağıdaki düzeyli (!) yorum) Ankaragüçlüler cenaze törenine giderler...

Bu dostluk Bursa ile Ankara arasında pek çok ortak noktanın oluşmasını da sağlar. Bu ortak noktalardan birtanesi yakın zamana kadar Beşiktaş düşmanlığıydı, malumunuz. Bir kaç hafta önce Bursa-Diyarbakır maçında ırkçılığın ve faşizmin "rap rap" sesleri çalındı kulağımıza. Bursa taraftarı Diyarbakır'ın "Kürt"lüğü üzerine söz söyleme cüreti gösteriyordu. Bunu gören Ankaragüçlüler de dün akşam İnönü'de Çarşı'dan Alen'in "Ermeni"liği üzerine kendilerince söz söyleme girişiminde bulundular. Bu girişim püskürtülünce de samast'lardan hayal'lerden tanıdık nidalara başvurdular "ya allah bismillah allahuekber!". Küffar iline cihada gelmiş meğer hazretler.

Sevebilmek - Sevmeyi bilmek
Hayatında bir kez olsun bir başkasını, diğerini, ötekini sevebilmiş olan, yani sevmeyi bilen insan bir daha asla bir başkasının, diğerinin, ötekinin, yani hiçkimsenin kötülüğünü isteyemez, ona kötü söz söyleyemez, onu incitemez diye bir inancım var. Bursa ile Ankara arasındaki dostluğun temelini sevgi ve saygıdan almadığı, bir tür kötülük dayanışması olduğu çıktı ortaya, ne üzücü.

A Takımı iş başında
Geçen yıl yine aynı tribünlerde "yönetim istifa" diye bağıranlar, Ankara Spor'un düşürülmesi ile sonuçlanan birleşme serüvenini de tetiklemişti. Sonra tepelerine Gökçek topuzu inince de derdest olmuş, dertop olmuş, mızıklanarak ağlamaklı olmuşlardı. Ama dün gösterdiler ki, hak ettikleri bir sülale tarafından yönetilecekler bundan böyle. Bir zamanlar Keçiören'de cinayetler işleyen A Takımı adlı zorba topluluğu artık tribünlere iyice yerleşmiş belli ki. Belediye üzerinden kurulan imparatorluğun yeni faşist kolluk gücü olarak Ankara Gücü. Nazmi'li, Adil'li, Halil İbo'lu, Sadık'lı kadroya yakışmıyor bu durum. Ama dün İnönü'yü naralarıyla kirleten çapulculara yakışıyor.

"Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!"
Bursa'da, Ankara'da, Trabzon'da, Kadıköy'de, Karagümrük'te nerede olursa olsun bu güruhla mücadele etmek gerkiyor. Futbolu yeniden "bizim" kılmak için; endüstrinin koçbaşlarını ezmek gerekiyor.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Tribün Temizlikçilerine Cemal Süreya Anektodu

Serendipity - Bilirsiniz (ya da bilmezsiniz) Cemal Süreya bir dönem Darphane Müdürlüğü yapmıştır. Ülkenin anlı şanlı bürokrasisi içinde Cemal gibi aşktan, cinsellikten, hayattan, umuttan söz eden büyük bir şairin nasıl bir rahatsızlık yaratacağını takdir edersiniz. Cemal'i görevden almayı kafasına koymuş hükümet, Maliye Bakanı'nı Darphane'yi teftişe gönderir. İki saat boyunca defterler incelenir, kayıtlara bakılır; ama koltuktan edecek bir gerekçe bulunamaz.
Bakan kafasına koymuştur, bu solcu şair atılacaktır Darphane'den. Gerekçe yoksa bir bahane bulmalıdır ve bulmuştur: "Darphane binası çok kirliydi, binadan çıkınca paçalarımı silkelemek zorunda kaldım".
Bu bahaneyi duyan Cemal Süreya'ın yanıtı kulaklara küpe olacak kadar yakışıklıdır:
"Darphane binası bakanın ziyareti boyunca, iki saatliğine, gerçekten çok kirliydi".

5 Ekim 2009 Pazartesi

Protesto Nedir, Kimler Tarafından Yapılmalıdır?

Serendipity - Şunu söyleyerek başlayayım, CSKA maçından bu yana Beşiktaş ile ilgili her haberden utanıyorum. Araba kaputu teklemek, yumurta, 90 dakika birbirine giren taraftar beni utandırıyor. Bu sezonun seyirci önünde (İnönü'de) atılan ilk golüne sevinememek, bunun yerine tirübün cangılına odaklanmak beni utandırıyor.

Öte yandan dün akşamdan itibaren bir de gördüm ki, her önüne gelen yorumcu (çakmasından hakikisine kadar) protesto öyle olmaz şöyle olur diyerek ahkam kesiyor. Efendim neymiş, sen 90 dakika takımını desteklermişsin, maç sonunda protestonu yaparmışsın. Allah allah, gerçekten mi? Yahu allah aşkına protesto konusunda siz ne bilirsiniz ki? Hayatta en son ne zaman bir protesto eyleminin içinde bulundunuz? Çalıştığınız gazeteler, TV'ler üç otuza çalıştırdıkları emekçileri pervasızca işten atarken ağzınızı mı açtınız? Sendika mücadelesi veren basın emekçilerine bir ziyarette bulundunuz mu? Yahu 1 mayıs diye bir mefhum var, geçen yıl tatil edilmesi dışında hayatınızda bir anlamı var mı bu tarihin? Siz protesto kültürü nedir biliyor musunuz?

Dün akşam İnönü'deki kargaşa, CSKA maçı sonrası olanları sahiplenecek değilim. Ama şunu biliyorum, Taksim yasağını delen 8-10 gruptan biri Halkın Takımı'ydı. Çarşı, nükleer santrallerden Hasankeyf'e kadar hep taraf oldu ve protesto nasıl yapılır, dünya aleme gösterdi. Hüseyin Üzmez denen 1 yaratık var, adını duydunuz mu bilmem. İşte o adam bile İnönü'de protesto edildi.

Tetikçiliğinizle yeterince kelle götürdünüz bu ülkenin futbol ortamından. Keneden daha zararlı oldunuz çoğu zaman. Haddinizi bilin! Protesto konusunda yanlış bile yapmış olsa Beşiktaş taraftarını eleştirecek en son şahsiyetler sizlersiniz.

4 Ekim 2009 Pazar

küfür yemeden çekip gitmek



chatlak- televizyonu açar açmaz habertürk'te rüştü'yü gördüm. önünde bir sürü mikrofon, bazı kanallar canlı yayın bile yapıyor. "ulan n'oluyo" dememe kalmadan konuşmasını sürdürüyor rüştü. anladığım kadarıyla pek birşey kaçırmamışım, yani tam zamanında açmışım televizyonu. neyse, çayımdan bir yudum alıp dinlemeye başlıyorum...


"uzun yıllar iyi veya kötü bir şekilde türkiye'ye hizmet ettiğimi, ulusal takımda uzun süre forma giydiğimi, hem fenerbahçe hem de beşiktaş gibi iki köklü camiada görev yaptığımı ve dolayısıyla futbol camiasının neredeyse son 10 yılınının içerisinde bir şekilde anıldığımı biliyorum. yeri geldi omuzlara alındım, yeri geldi aracımdan indirilip tekme tokat dövüldüm. kaldırdığım kupanın haddi hesabı olmadığı gibi oynadığım mevkii itibariyle yaptığım komik hatanın da haddi hesabı yok, farkındayım. bir golcü olmadığım için de olumsuzlukları silmem hep zaman aldı...


sözü fazla uzatmayacağım. dün akşam denizli maçında yaşananlar ve topla her buluşmamda stadın büyük çoğunluğunun beni ıslıklamasına oldukça üzüldüm, kırıldım, alındım... diyecek pek de birşey yok. elde ettiğim başarılarla, tüm bu olumsuzluklara rağmen yine de iyiliklerle anılmak isterim. bu dakikadan itibaren aktif futbol hayatımı sona erdiriyorum. kulübümle parasal olarak zaten bir şekilde anlaşırım, zaten şu dakikadan sonra pek de önemi yok... sezon sonuna kadar başka beyanat vermeyeceğim ve ailemle birlikte memleketimde uzun bir süre tatil yapacağım. sanırım şu an istediğim sadece bu.


beşiktaşlı taraftarlara kırgınım ama onlar da başarı bekliyorlar, haklılar. yine de söyleyecek fazla da birşey yok. hoşça kalın" demesiyle, annem "hopppp no'luyo" diye bağırmaya başladı. rüştü'yü severdi de bu kadar sever miydi emin olamadım. sonra dürtmeye başladı beni. ulan meğersem rüyadaymışım, gördüklerim düpedüz 'düş'müş. yatakta kendi kendime konuştuğumu gören annem telaşlanmış ve beni uyandırmaya çalışmış... hay allah!

1 Ekim 2009 Perşembe

umudu dürt -de nereye kadar?

chatlak - geçtiğimiz sezon birçok maç sonrası umutlu takınan kişi ben idim. 2-0 geriye düşüp 5-2 aldığımız kocaeli maçında o ilk 2 gol sonrası bile neşe içinde "5 çekeriz 5" deyip duruyordum. denizli'nin kâhinliğine inanıyor, önde gidene fena halde çelme takıldığını arkadaşlara hatırlatıp: "geriden gelmek daha iyidir, sakin sakin..." diyordum. lig maçında fener'e yenilmemiz dışında hiç şaşkınlığa uğramadım desem yeridir. yusuf transfer edildiğinde, her oyuna girdiğinde homurdayan insanlara el kaldıran da bendim. pişman da değilim. futbolu bu kıvrak bilek hareketleri sebebiyle sevdiğim bile bilinçaltımda saklanıyor olabilir. en azından bir kez olsun ankara kupa maçında bana bunu yusuf yaşatmıştı bu anı, bilirim. ah ah ahhh...

bugün aynı umudu taşıyor muyum emin değilim. fakat heyecanıma genişçe bir körük lazım harlansın diye. ama olsun tribün cefakarıyız biz. maç öncesi demlenip, buğulu gözlerle bırak futbolcuyu, takımı zor ayırt etmeye çalıştığımız bile oldu zamanında. o sebeple pek skora falan takılmıyoruz. e hani yendiğimizde, hele de günlerden cumartesiyse "hayır" da demeyiz yani. güzel bir pazara uyanmak, rakiplerin puan kaybını beklemek mutluluk verir. ardından bir şişe kırmızı şarap bile açıldığı görülmüştür o galibiyetler sonrası. illa ki yine olacaktır, umutla beklemek ise işin şanındandır.

ah bir de ibrahim altınsay başkan olsa! şampiyon olmasak da olur o zaman...

30 Eylül 2009 Çarşamba

Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?

CSKA Moskova 2 - Beşiktaş 1

Serendipity- Geçen yılın şampiyon takımından Cisse, "benimle oturup konuşan yok, ne olacağını bilmiyorum" diye diye ayrıldı takımdan. Bobo, bırakın gideyim tavrına büründü hemen. Gökhan Zan anında sıvıştı. Şampiyon olmuş bir takımın defansından, orta sahasından ve hücumundan üç topçu takımdan bir anda kopuverdi. Hocayı soracak olursanız Çeşme'nin başından ayrılmasa daha mutlu olacaktı sanki. Hiç kimse Şampiyonlar Ligi'nde oynayacak bu takımdan kaçışı sorgulamadı.

Her neyse! Kendi liginde 7 (ya da 6), ŞL'de iki maç oynadı bu takım. Her maç bir öncekinden coşkusuz, inançsız ve kısır geçti. Görünen o ki, geçen yılın çift kupalı 11 tertibinde bir öz güven kaybı söz konusu. Hocasından malzemecisine kadar böyle olsa gerek.

Bu takımın bir kan değişikliğine ihtiyacı olduğu ayan beyan ortada. Hoca değişikliklerinden hiç bir zaman bir fayda sağlanamayacağına inanalardanım (geçen yıl rakipler dökülmeseydi ne olurdu diye bir düşünmek lazım). Ama bu sefer biri mutlak ikisi opsiyonlu bir değişikliğin şart olduğunu söylemek isterim. Mutlak değişiklik: Yeter Yıldırım Demirören Yeter! Opsiyonlu değişiklik: Ya ilk 16 ya teknik ekip.

Oysa bu kulübün 4 yıldır söylemesi gereken ama söylemediği bir şey var: "Geleceğin takımına yatırım yapıyoruz. Üstümüze gelmeyin!"
Milyon avroların ortalığa saçılmadığı, yıldız peşinde koşulmadığı, 14-19 yaş arası yerli yabancı yetenekli gençlere kapıların sonuna dek açıldığı bir kulüp hayalinde olmak çok mu ütopik? Evet bu futbol ortamında öyle görünüyor. Yine de Ocak ayında kazanamayacak olsa bile bir adayın bu cümleleri sarfedebileceği hayali ve umudunu koruyorum.

13 Eylül 2009 Pazar

Göz Gözü Görür Olsun!


Kamra- Geçen seneki şampiyonluk buruk bir şampiyonluktu bizim için. Taraftarız. Takımımız yenince mutlu kaybedince kahroluyoruz. Şampiyonluktan daha büyük sevinç yok ama işte 'ama'sı var. Oynadığı futbol zevk vermeyen, ezeli rakiplerine ve şampiyonluk iddiası bulunan takımlara yenilen, şampiyonluk iddiasını kendi futboluyla değil, rakiplerinin iddiasız takımlara kaybettiği puan hesaplarına bağlı olan bir takımdı Beşiktaş. Yine de bir takım iskeleti kurulmuş gibi görünüyordu. Ama sadece görüntü. Temel endişemiz başkan ve yönetimdi. 6 yıllık başkanlığında bizi hep utandıran, yanlış ve pahalı transerlerle, teknik direktör tercihleriyle ve bu tercihlerin arkasında durmamasıyla, saçma sapan iddia ve demeçlerle Beşiktaş'ı rezil eden Demirören'in geçen seneki şampiyonlukla prim kazanması şampiyonluk sevincindeki burukluktu.

Bu buruk sevinçle başladı yeni sezon ve her maçta biraz daha arttı. Mustafa Denizli'nin 'ben futbolu çok iyi bilirim' havaları, kehanet merakı burukluğumuzun, sinire öfkeye dönüşmesinde pay sahibi kuşkusuz. Çünkü biz futbola, futbol ligine bir matematik oyunu olarak bakan, kaybettiği maçları, puanları mazur göstermek adına sahaya çıkmadan maçlar, puanlar kazanan, 10. hafta, 25. hafta kehanetlerinde bulunan bir teknik direktör istemiyoruz. Kehanet başkanların işi (bkz. 21:45 Adnan Polat örneği) teknik direktörlerin değil. Biz takımına iyi futbol oynatan, maç kazanan teknik direktör istiyoruz.

Mustafa Denizli garip işler yapıyor. Kendisini eleştirenleri leş kargası, yol gösterenleri kılavuz karga olmakla itham ediyor. O halde biz de karga olmaktan sakınarak birkaç soru sormakla yetinelim sadece:

Kalenizde genç ve yetenekli bir kaleci var ve gol yemiyorsunuz. Neden artık futbol hayatının kışına girmiş bir kaleciyi, uzun bir sakatlık döneminin sonunda önemli bir derbi maçında görev veriyorsunuz?

4 haftadır bal yapmaz arı gibi koşuşturup duran Nihat'ta bu ısrar niye? Nihat'ın psikolojisi, aldığı transfer ücretinin yükünü üzerinden atması Beşiktaş'tan daha mı önemli?

Serdar Özkan'ı baştan yaratmak, yıldız yapmak gibi hırsların sebebi ne? Bu adam ilk kez mi futbol oynuyor? 'Arda' olmadığını görmek için boş kaleye daha kaç tane gol kaçırması gerekiyor?

Tabata'yı kurtarıcı gibi göstermekte amacınız ne? Gaziantep gibi Türkiye liginde orta sıralara oynayan bir takımdan aldığınız futbolcuyu daha ilk resmi maçında bir derbinin kurtarıcısı olarak lanse edereken, o maçın hiç oynanmayacağını mı düşünüyordunuz?

Ekrem Dağ'ın vasat bir futbol oynadığını, Beşiktaş'ı hedeflerine taşıyacak kapasitesi olmadığını görmek için daha kaç maç oynaması gerekiyor?

Bobo, Holosko gibi Türkiye liginin en iyi, geleceği en parlak yabancılarını oynatmayarak, yanlış mevkide oynatarak neyi ispat etmeye çalışıyorsunuz?

Geçen sene ligde çalımlarıyla 2-3 maç kazandıran Yusuf'tan beklentiniz ne? Türkiye ligi 2-3 maçtan mı ibaret?

Bu hafta Manchester United maçı var. Tüm Beşiktaşlılara sabır diliyorum. Aklınıza sahip olun.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Rüştü git başımdan ben sana göre değilim!

Galatasaray 3 - Beşiktaş 0

Serendipity-
Rüştü, git başımdan ben sana göre değilim. Git başımdan Rüştü, ben sana göre değilim. Ben sana göre değilim Rüştü, git başımdan. Başımdan git Rüştü, ben sana göre değilim. Rüştü ben sana göre değilim, git başımdan. Rüştü başımdan git, sana göre değilim ben. Git Rüştü başımdan, ben değilim sana göre.

Daha ne diyeyim...

Hiçbir sahada görmek istemediklerimiz

Maç sizin için bitmek üzere.
Hakkımızı Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Lazca, Çerkesce, Romanca ve Babil'de yitip giden kadim dilce
HELAL ETMİYORUZ!

5 Eylül 2009 Cumartesi

İşçi karmaları Adana'daydı


Alkaralar - Taraftarıyla gönlümüzün sol tahtına kurulan Adana Demirspor dün bir başka yoldaşımızı sahasında ağırladı. Livorno, endüstriyel futbol şahbazlarının çizdiği manzumeyi bozarak ikinci ligde mücadele eden Demir Spor'la dostluk maçına çıktı. Taksim'de 1 Mayıs'a çıkar gibi, Desa işçileriyle dayanışır gibi, Beykoz cam fabrikasının kapanışını protesto eder gibi, Che'ye bir selam göndererek çıktı iki takım 5 Ocak stadına. Çok mu anlam yükledik? Çevik kuvvetin maç sırasında Güler Zere pankartı açan güney tribüne biber gazı püskürtmesine bakarsanız, onlar bizden daha fazla anlam yüklemişler. Korkmuşlar.
Gurbette demir gibi, tribünde lacivert duran masmavi umudun taraftarına, başkanına, topçularına teşekkürü borç biliyoruz. Gidemedik, göremedik; ama taa şuramızda hissettik.

Forza Livorno
Vernceremos Demirspor
Halkın takımı Beşiktaş..!

18 Ağustos 2009 Salı

Forvet dediğin pres yapacak, gol atmasa da olur!

Kamra - Galatasaray ve Fenerbahçenin bol gollü, güzel futbollu başlangıçları bu hafta Beşiktaş'tan beklentileri arttırdı. Geçen haftaki yavan futbol ve beraberlikten sonra daha ligin başında stresli bir ikinci hafta maçı oynadı Beşiktaş. Puan kaybının soru işaretlerini büyüteceği bir maçtı. Malum kulüp şaşalı transferler yapamamış, geçen seneki şampiyon kadrosunu büyük oranda muhafaza etmişti . Üstelik aynı teknik adamla yola devam etmesi, rakiplerine göre daha hazır, oturmuş bir takım olmasını gerektiriyordu. Ancak soru şu: geçen seneki performans, bu sene ligde kadrolarını güçlendirmiş, geçen seneye göre daha motive rakipleriyle mücadele etmeye yetecek mi? Ondan önemlisi bu kadro ve teknik ekip, Şampiyonlar Ligi'ni kaldırabilecek mi?

Antalyaspor maçının ilk yarısı denk kuvvetlerin mücadelesi şeklinde orta sahada geçti. Hatta ilk yarıda top kayıpları bile eşitti. Antalyaspor sert oynadı. bu sert oyun Beşiktaşlı oyuncuları durdurmada etkili oldu. İkinci yarı aynı kadrolar aynı taktikle mücadeleye başladı. Tempo daha da düştü. Değişikliklere kadar maçın en önemli pozisyonu Nobre'nin kafa şutunun kaleci Ömer'in kafasına çarparak çizgiden çıkması, ağlara Ömer'in takılması oldu. Ne zamanki Nobre- Fink yerine Holosko-İnceman girdi, Beşiktaş rakip kaleye daha direk oynamaya başladı. Üst üste birkaç pozisyondan sonra, Nihat'ın hayret verici bir şekilde kaleye abanmak yerine Holosko'ya çıkarmasıyla ilk gol 71. dakikada geldi. Beraberlik için oynadığı her halinden belli olan Antalya bu dakikadan sonra inancını iyice kaybetti. Öyleki Beşiktaşlı oyuncular topu Antalya'ya göstermeden 5-6 dakika boyunca orta sahada pas yapabilme imkanı buldular. İlk golden 7 dakika sonra Tello'nun serbest vuruştan attığı muhteşem golle maç bitti.

Beşiktaş şu haliyle umut vermiyor. Geçen haftaki maçtan sonra söyledik, Beşiktaş hücum organizasyonu yapamıyor. Oyun kurucu 10 numara görevini Tello'nun, Fink'in, Ernst'in yapmaya çalışması şapkadan tavşan çıkarmaktan farksız. Denizli maçtan sonraki açıklamasında mevcut kadroyla oyun kurucu sıkıntısının giderilebileceğini söyledi. Geçen haftaki beraberlikten sonra aksini söylemişti. Demek ki galip gelince oyun kurucu ihtiyacı yok. Mağlubiyet ve beraberliklerde gündeme gelebilir. Ancak elbette ipler Denizli'nin elinde değil, transferi yapacak olan kişide. Denizli durumu idare ediyor.

Transfer demişken Başiktaş'ın transfer politikasına da değinmek gerekir. Öncelikle Beşiktaş isimlere yönelmiyor. Adı sanı bilinmeyen oyuncuları transfer ediyor, edebiliyor. Yenmek ya da yenilmek bir yana güzel futbol kaliteli oyuncularla oynanabilir. Kalite ise oyuncuların transfer piyasasındaki bonservis bedelinden anlaşılıyor. Bu noktada Beşiktaş'ın en kaliteli (ve en pahalı) oyuncusu Bobo'yu satmayı düşünmesini anlamak mümkün değil. Şampiyonlar Ligine beş kala en değerli oyuncunuzu satacaksınız yerine kimi alacağınız meçhul. Sebeb? Bobo'nun yerinde Nobre oynuyor. Peki Bobo'nun yarı fiyatı etmeyen Nobre neden tercih ediliyor. Çünkü pres yapıyor, çok koşuyor. Ancak bizim bir forvetten beklentimiz pres yapması mı (savunma) yoksa gol ve asist yapması mı (hücum)? Bakıyoruz Bobo bugüne kadar Beşiktaş formasıyla 6447 dakika forma giymiş. 41 gol, 17 asist yapmış. Yani her 160 dakikada 1 gol, her 380 dakikada 1 asist demek bu. Nobre ise 5752 dakika Beşiktaş formasını giymiş. 25 gol, 12 asist yapmış. Her 230 dakikada 1 gol, her 480 dakikada 1 asist. Bobonun yaşı 24 piyasa değeri 8 milyon Euro, Nobre'nin ise yaşı 28 piyasa değeri 3,5 milyon Euro (tabi bunlar transfermarkt fiyatları, bu paraları veren var mı o ayrı). Bobo çalım atıyor, top sürüyor, sert vuruyor. Nobre çalım atamıyor, top süremiyor, şut denemiyor. Gollerinin çoğu fırsatçılığının ürünü. Ancak Denizli'nin gözünde Nobre kalıcı, Bobo gidici. Bobo'yu sol açık oynatarak yıpratıyor. Aslına bakarsanız harcıyor. Tabi burada Nobre'nin Türk vatandaşı olmasının ona büyük avantaj sağladığı kesin. Ancak bu avantajı bir ayrımcılığa dönüştürmemek lazım. Öyle olsa Türk pasaportu olan herkesi oynatmak lazım. (Bkz. Batuhan olayı)

Nihat ise herhalde hemen iki gol atayımda şu transfer bedelinin ağırlığını üzerimden atayım hevesinde. İlk yarıdaki en önemli pozisyonda, boştaki Bobo'ya çıkarmak yerine 20derecelik bir açıdan kaleyi düşündü. Top ayağına gelince dağlara taşlara vuruyor. Kaleye denk geleceği günü bekliyor. Nihat iki-üç haftada bir gol atabildiği sürece eleştirilemeyeceğinin farkında. Bu da takım oyununa pek uymuyor. İki haftada 3-4 net asisti harcadı. Bu da bencillik göstergesidir, Denizli'nin onu uyarması gerekir.

Takım genel olarak şöförsüz bir otomobil gibi. Koşuyorlar, pres yapıyorlar, hücuma çıkıyorlar ancak pozisyon yok. Umarım bir şöför bulunur. Yoksa çalımbaz Yusuf'la bu lig bitmez, Şampiyonlar Ligi kabus olur.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Mahrumiyet bölgesinde kızılay çadırları

Beşiktaş 2 - Antalya 0


Serendipity - Dünyanın 4. enfes stadyumu seyircisinden mahrum, "dağılmış pazar yerleri" gibi mahsun, aşıkın gözleri yaşlı, maşukun sırtında kızılay çadırları...
Neyse bu reklam alırım almam, sırtımda sosyal sorumluluk yükleri lafızlarına ikinci bölümde değiniriz.
Birinci bölüme bu izlediğimiz neydi ki, diye sorarak başlayalım. Ondokuz Mayıs'ın kenarında 3-4 adet amatör saha vardır, Ankaralılar bilir. Bazen oraya gider küme maçları izlerdim. Yolum oradan geçiyorsa mutlaka bir onbeş dakika oyalanırdım. Aynı manzara, hoca bağırır, topçu küfreder, az seyircili cılız tezahüratlar kulak tırmalar. Ama bana, bize o maçları izleten bir şey mutlaka olurdu. Futbol müptelalarının parmakla gösterdiği, seneye Gençler'de... dediği parlak bir topçu mesela. Ya da kora kor bir mücadele... Bu akşam hiçbiri yoktu İnönü'de. Dağılmış pazar yerleri gibi gerçekten.

Tabi ilginç olan, ilk golden sonra Beşiktaş'ın 5 dakika top çevirip serbest vuruşu bulması ve ikinci golü yakalamasıydı. Bir an Barça gibi derdirtecekti ki, neyse üzmedi bizi. İkinci golden sonra bildiğimiz Beşiktaş oldu.

Hamiş: Nihat gördüğü yerden vursun bence. Eski formunu yakalarsa bu vuruşlar kapanan savunmalara karşı anahtar olacak.

Beşiktaş'ın sine-i forması

Büyük başkan büyük buyurdu ya "koskoca Beşiktaş takımı 2-3 milyon Euro için sırtına reklam almaz!" diye, allah allah diyesim geldi. Herhalde kolasından turkasına söküp atacağız ne var ne yok. Ama hal bu değilmiş, gerçekten sadece sırtından konuşuyormuş formanın. Acaba sinemizden ne kazanıyoruz ki sırtımızdan kazanca tokuz, bilemiyorum. Türk Kızılayı'yla çıktık bu hafta, haftaya Mehmetçik Vakfı filan olabilir diyor asbaşkan.

Bu ülkede söz söyleme ayrıcalığını elde eden herkes ama herkes - sokakta mikrofon tutulan amcalar bile- kendisinin çok akıllı olduğunu düşünür ya, bizim başkan da öyle düşünüyor. İşin kötüsü bizim de aptal olduğumuzu sanıyor. "Koskoca Beşiktaş takımı 2-3 milyon Euro için sırtına reklam almaz!" mesajının gerçekte ne anlama geldiğini özetlemeye çalışayım:
"Bu sezon bi baktık herkes isimleri aşağıya yazmış, kesin üste reklam alacaklar dedik, düştük yola. Beş - on kapı çaldık bi baktık ki, 2-3 milyondan fazlasını veren yok. En azından bi beşlik peşinde koşuyoruz. Eee isimleri de aldık aşağıya, görüşmeler bitene kadar ne olacak üstteki boşluk? Bir iki sosyal sorumluluk şeysi bulalım bari idareten, diyerek konuyu bağladık".

8 Ağustos 2009 Cumartesi

2009-2010 Sezonu: İlk Maç, Yeni Transferler

Kamra - Beşiktaş İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile 1-1 berabere kaldı. Ligin ilk maçları her türlü skora gebedir. Şaşırmadık, çok üzülmedik. Beşiktaş süper kupa finalinde lige Fenerden daha hazır olduğunu gösterdi ama sadece Fenerden daha hazır, yoksa o maçta ve dün oynanan maçtaki futbolla hedeflerimize ulaşmamız zor görünüyor.

Beşiktaş'ın oyun kurucu 10 numara eksiği aşikar. Fener maçında da gördük, Yusuf ve Tello bu işin altından kalkamaz. Artık bütün takımlar kalabalık savunma yapıyor ve iyi yer paylaşıyorlar. Kontra ataklara pek fırsat tanınmıyor. Kapalı savunmayı açmanın tek yolu yaratıcı, beklenmedik ve düzgün paslar. Yusuf iyi çalım atıyor ama pas verme konusunda o kadar yaratıcı değil. Ayrıca 90 dakika performans vermesi beklenemez. Tello'dan da 10 numara olmasını beklememek lazım. İyi niyetli, çalışkan zaman zaman yaratıcı ama baskıyı yiyince geri dönüyor. Adam eksiltme konusunda çok yetenekli değil.

Bir diğer sorun sağ kanat. Erkan ve Ekrem ileri-geri iyi koşuyorlar ancak ikisinin de ofansif yanı zayıf. Adam geçemiyorlar, adrese teslim orta yapamıyorlar. Sağ kanattan gelecek ortaların tehlike yaratması şansa kalmış durumda. İleride top kaybetme olasılıkları çok yüksek.

İsmail Köybaşı ise Gökhan Gönül potansiyeli taşıyor. Hızlı, ofansı düşünüyor ve top ayağına yakışıyor. İleri çıktığı zamanlarda mutlaka hata yapacaktır ve kaptırdığı toplar Beşiktaş kalesinde tehlikeli olacaktır ama bu riski almak ve artık Deli İbrahim'in alternatif olarak düşünmek lazım. İsmail oynadıkça üstüne koyacak, bu her halinden aşikar.

Sivok-Ferrari ikilisini ben beğendim. Sivok her zamanki gibi riskli oynuyor ve önde basıyor. Bu yıl bol bol kart alır bu yüzden alternatifini hazır tutmak gerekir. Ferrari ise doğru pozisyon alıyor, iyi top çıkarıyor. Gökhan Zan'dan birkaç gömlek daha iyi sadece konsantrasyon eksiği var gibi görünüyor.

Nihat Kahveci'yi Beşiktaş formasıyla seyretmek güzel. Ancak hazır olmadığı her halinden belli. Büyükşehir maçında bana biraz egoist davranıyor gibi geldi. Sanırım hemen gol atmak istiyor. İki pozisyonda Nobre'yi düşünse gol şansı yüksekti. Nobre-Bobo-Nihat üçlüsü bu anlamda tehlikeli. Üçü de asisten önce golü düşünen yapıda oyuncular. Holosko ileri üçlünün içinde mutlaka olmalı. Nobre bildiğimiz Nobre. Bobo ise geçen sene başına göre daha istekli. Sanırım bu sezonun sonunda ya da lige verilen arada kesin transfer olmak istiyor.

Fink-Ernst ikilisi güven veriyor. Ancak yaratıcı değiller. Fink'in gelmesiyle Ernst'in ofansı daha çok düşünmesi büyük bir artı Beşiktaş için. İkisi de istikrarlı ve sağlam oynuyor. Başta da söylediğim gibi yanlarına bir oyun kurucu şart. Delgado oynamaya başladığında bu eksikliği kapatabilir mi bilmiyoum. Ancak bildiğim, sık sakatlanması ve sakatlık sonrası zor form tutması. Bir de ürkekliği var Delgado'nun, çok kırılgan. 2-3 ay sonra döndüğünde takımda yer bulması, bulsa bile iyi oyun çıkarması beklenmemeli. Yeniden sakatlanma riski de çok yüksek. Delgado'nun sözleşmesinin feshedilmesi yerine en azından Tabata'nın alınması özellikle Şampiyonlar Ligi grup maçları için büyük fayda sağlardı. Hala da sağlayabilir.

7 Ağustos 2009 Cuma

Olimpiyat benim neyim olur?

İBB 1 - Beşiktaş 1

Serendipity - Haleluya! bugünleri de gördük. Kaşıntılar, nedensiz ter basmaları, el ayak titremeleri şıp diye bitti. Müjdeler olsun, 2009-2010 Ligi başladı. İstanbul'un Belediye takımıyla Beşiktaş'ın halk takımı arasında oynanan maç her türlü ilke mazhar oldu. İlk sarı kartı örneğin18. dakikada Belediye'den Efe gördü. İlk golü ise Beşiktaş'ın tazesi Fink attı.

Maçı yirminci dakikasına kadar Belediye'nin kalesini Nejat İşler koruyor sandım; meğer Oğuzhan'mış.

Maç başladığında önce karşılıklı tartmalar sonra ani ya da hazırlıklı akınlarla yeniden hatırladık futbol oyununu. Maç 0-0 berabere giderken Beşiktaş, Zan'ın yokluğunda, defanstan dan dun top uzaklaştırma yeteneğini (şükür ki) kaybetmiş görünüyordu. Belediye'nin nedense yoğun olarak tercih ettiği sağ kanatta ayağa kısa paslarla top çıkarıyordu Beşiktaş. Erhan, Ernesto, bazen Fink
topu ön bolkta konuşlanan Tello, Yusuf ya da Nobre'yle buluşturuyordu. Yoksa bu yıl çok pas yapan, şişirme toplara bel bağlamayan bir takımımız mı olacak derken İbrahim Akın'ın muhteşem golünden sonra önde basmaya başlayan Belediye, Beşiktaş'a pas yaptırmamaya başladı. Yarım saat boyunca genellikle sağ kanadı düşünen Belediye golü sol kanattan buldu. Öyle sanıyorum ki, genç İsmail'in performansında çekinen Avcı, topçularına diğer kanadın genci Erhan üzerine oynamaya ikna etmişti. Ne varki, ikna edilemezliği bizdeyken de ayan olan Akın geriy düşüşlerinin ikinci dakikası dolarken sol taraftan gerçekten de enfes bir gol gönderdi kalemize. Kalecilik ruhuna (pek çoklarının tersine) sonuna kadar inandığım Arıkan'ın ters köşeye yatmasından da hafif burulmadım değil doğrusu.

Maç başlar başlamaz sürekli Holosko'yla yüklendi ve pozisyon buldu Beşiktaş. Son vuruşlarda meharetli değildi. Nobre sonradan toparlanıp bir kaç pozisyona girdiyse de Holosko'dan daha şanslı değildi. İlk yarıda Erhan Güven'in sağdan çıkışları isabetli görünse de kaleye doğru katetmek konusundaki çekingenliği Beşiktaş'a bir kaç atağı başlamadan kaybettirdi. Öyle umuyorum ki, bu çekingenlik Denizli'nin keskin gözlerinden kaçmamıştır ve gereken mentorluğu yapacaktır.

Hakem Özkalfa'nı dakika başına iki düdük düşen yönetimi, topun oyunda kalma süresini oldukça düşürdü. Artık MHK son kampta hakemlere ne salık verdiyse...

İkinci yarıya iki iddialı değişikle başladı Beşiktaş. Holosko ve Yusuf yerine Nihat ve Bobo'yla çıktı sahaya. Bu değişikliğin getirdiği şaşkınlık 70. dakikaya kadar Beşiktaş'a top göstermedi. Hakan'ın kullandığı tüm kale vuruşları bir duvara çarpmışcasına kalemize döndü. Bu dakikalarda Belediye'nin bir gol kazanamamış olması Beşiktaş'ın şansıydı. Nihat'ın girmesiyle Tello sola, İsmail'in önüne yerleşti. Böylece İsmail'in bindirmelerini göremedik ikinci yarıda.

70'ten sonra Beşiktaş biraz toparlanıp saldırmaya başladı. Heleki 80'de İ. Akın çıkınca belli oldu ki Belediye gol atamayacak. Ama soru şuydu Beşiktaş atabilecek mi? Yaratıcı topçu eksikliği çeken Beşiktaş, çok zaman bulduğu o şanslı anı bulamadı.

En kötü maçımız böyle olsun, hiç gerekmese de 'önümüzdeki maçlara bakıcaz' diyelim.

24 Haziran 2009 Çarşamba

Futbolcular Irkçılığa Karşı Sahaya Çıkıyor

Irkçılığa karşı dünya kupası başlıyor

Bianet'in haberi...

Türkiye'den Adana Demirsporlu taraftarların kurduğu "Locomotive Anatolia" futbol takımının da katılacağı "Irkçılığa Karşı Dünya Kupası" (Mondiali Antirazzisti) 8-12 Temmuz tarihleri arasında İtalya'nın Bologna kentinde yapılacak. Azerbaycan'dan Gana'ya, Ukrayna'dan Kamerun'a, Fransa'dan almanya'ya, farklı ülkelerden çok sayıda futbolseverin ve sivil toplum
örgütü temsilcisinin katılacağı turnuvada takımlar sahada ve saha dışında "Başka bir futbol mümkün" demek için çıkacaklar.

Turnuva değil karnaval

Türkiye'den ilk kez bir takımın katılacağı Irkçılığa Karşı Dünya Kupası 1997'den bu yana Bologna'da düzenleniyor. Bugüne kadar 200'den fazla takımın mücadele ettiği organizasyonda
sadece futbol oynanmıyor. Katılımcılardan, ırkçılık karşıtı, cinsiyet ayrımcılığına karşı faaliyetlerde bulunması bekleniyor. Pankart, fanzin, broşür, atölyeler, sunumların yanı sıra hafta
turnuva boyunca düzenlenen konserler organizasyonun festival havasında geçmesini sağlıyor. Turnuvaya gelenlerin çadırlarda kaldığı, birlikte spor yaptıkları, eğlendikleri turnuvanın amacı sporun, özellikle de futbolun ırkçılık karşıtı mücadele için bir araç olabileceğini savunuyor. Zira FIFA ve UEFA da stadyumlarda ırkçı tezahüratların ya da eylemlerin artmasıyla, bu konuda gündem yaratmaya çalışıyor. Bologna'daki bu etkinlik iki kurumun soğuk tavırlarının karşısına bir eylem-şenlik ya da toplumsal bir hareket kurma arzusuyla yapılmaya başlandı. Programa bakıldığında da bu apaçık görünüyor. Turnuvada futbol dışında sporlar da var. basketbol, kriket, voleybol ve rugby takımları da stadyumları şenlendirecekler.

Ankaralı tayfa Bologna'da

Locomotive Anatolia Ankara'da yaşayan Adana Demirspor taraftarlarının kurduğu bir takım.
demirgibiyiz.blogspot.com adresli İnternet günlüklerinde şöyle diyorlar: "Şiddetin her türlüsüne ve cinsiyet ayrımcılığına karşı haberlerle futbol blogları arasında farklı bir sesi yükseltmeye çalışan Demirsporlular, her türlü yozlaşmaya karşı futbola romantik bir coşkuyla sahip çıkma derdindeler. Ülkenin sıradanlaşan futbol atmosferinde, farklı bir ses olmayı başarabilen Demirspor tribünleri, bu kez tavrını yurtdışında ortaya koyacak."
Irkçılığa Karşı Dünya Kupası'nın Herkes İçin Spor Birliği (UISP), II.Dünya Savaşı Sonrası Irkçılık Karşıtı Mücadele Enstitüsü (Istoreco), ayrımcılık ve şiddeti stadyumlardan uzak tutmak isteyen Ultras oluşumu gibi kurumsal destekçileri var.

Kendi gibi kuralları da farklı

Turnuvada yapılacak maçların "normal" futbol karşılaşmalarından farklı kuralları var. Örneğin takımlar kadın-erkek karışık takımlar olabiliyor; fauller penaltıyı gerektiriyor; çivili ayakkabı giyilmiyor, çeyrek finallerden sonra penaltı atışları ile devam ediliyor. Temel amaç, rekabet yerine birlikte bir şeyler yapma duygusunu öne çıkarmak. (BÇ)

Programda neler var?

31 Mayıs 2009 Pazar

İşte Taraftar İşte Şampiyon

Güneşli Günler Göreceğiz
Serendipity - 21 Ocak'ta Sudabalık'la birlikte yeni bir ev arkadaşı edindik. Aslında, plan dahilinde tam 9 ay bekledik bu arkadaşı. Geldiği gün, önceden kararlaştırdığımız gibi güneş dedik ona, tam adıyla Güneş Belgüzar Orhan. Evimize ilk adımını yavru kartal formasıyla attı. Sonra her hafta sonu giydi o formayı. Ankara Spor maçından önce eski formasına sığamaz oldu, yenisini aldık. Güneş geldikten sonra Beşiktaş'ın performansı gittikçe arttı. Saçımızı başımızı yolduğumuz günler olduysa da en azından Fener maçına kadar hiç mağlubiyet görmedik. Bu performansı Ernesto, Yusuf, Denizli babında ele alanlara bir itirazımız var: Hanemize Güneş doğdu, camia aydınlandı.

Dereyi Geçerken
Ligin 6. haftasının sonuna geldiğimizde Beşiktaş yönetimi hoca değişikliğine gitti. Buna az sonra değineceğim. Bir de ara transferde Tuna'yı, Tandoğan'ı ve Seriç'i gönderip, Ernesto, Yusuf ve Erkan'ı aldık. Erkan'ı bu kadar az izleyeceksek niye aldık bilmiyorum; ama Ernesto bu takıma bir woodo dokunuşuyla bambaşka bir çehre kazandırdı. Sadece kendi oyunuyla değil; Cisse'yi yeniden görünür kılmasıyla da, direncin azaldığı dakikalarda geride basıp top kazanıp rakip kaleye kurduğu link hatlarıyla muhteşem bir katkı sağladı. Toroman, Toroman oldu. Cisse, Cisse.
Bir Ankara yolculuğu öncesi gece haberlerde Yusuf'un Trabzon'la anlaştığını okumuştum. Ertesi sabah Esenboğa'da gördüğüm gazete haberi Yusuf Şimşek Son Kartal, yazıyordu. İnsanın aklına geliyor elbette, son haftaya kadar şampiyonluk çekişmesinin içinde olan Trabzon ikinci yarıya Yusuf'la başlasaydı, 34. hafta sonunda durum ne olurdu? Futbol, küllerinden doğan kahraman futbolcular atlasıdır biraz da. Yusuf için küllerinden doğdu diyemeyeceğim, hiç küllenmemiş bir kordu o. Hala da öyle.
İlk yarının sonunda giden oyunculara bakın (Tuna, Tandoğan, Seriç), bir de gelenlere (Ernesto, Yusuf). Gelen futbolcuların şampiyonluktaki katkısına bakınca bu transferlere karar veren Beşiktaşlı yöneticiler 5 yıldır nerelerdeydi, diye sormaktan alamıyor insan kendisini...

Kurbağaları Öpmek
"Kurbağaları öpmekten geliyorum, dedi başkan,
bunu kendisine 5 kere söyledi."
Futbol şansa bırakılmayacak kadar gerçek bir iştir. Öptüğünüz kurbağanın sizi şampiyon yapacak bir teknik direktöre dönüşmesini bekleyemezsiniz. Ama bizde böyle oldu. Başkan öptüğü beşinci kurbağada o teknik adamı buldu. Yani bu yıl için Denizli'nin şansından değil; Demirören'in şansından kesinlikle söz edebiliriz.

Vefa
Şampiyonluk açıklamalarında Rüştü dışında hiç kimse, bu şampiyonluğu getiren 71 puanın 14'ünü kazandıran Ertuğrul Hoca'dan söz etmedi.
Hiçbir yönetici şampiyonluğu yaşayan efsane Seba'ya da armağan ediyoruz deme nezaketini göstermedi.
Malzemecisinden topçusuna, masöründen başkanına herkes şampiyonluk platformuna çıkarken bir tane bile taraftar oraya davet edilmedi.


Şampiyonuz
Yıllardır görmediğimiz bir şampiyonluk mücadelesi yaşadık. Kalitesi olmasa da mücadele değeri yüksek bu ligi zirvede tamamlamak, hele ki çifte kupayla tamamlamak herkese nasip olmazdı. Olmadı da o ayrıcalık yine bizde kaldı.


10 Mayıs 2009 Pazar

Bizim hiç kupamız olmadı

Serendipity- Geçtiğimiz hafta sonu Holosko baba oldu. Bu ülkede milyonlarca olduğu iddia edilen Fenerbahçe taraftarlarından çok daha şanslı doğdu, Holosko'nun kızı. Daha üç günlükken bir kupa mutluluğu yaşadı :)

İlginçtir, maçın hemen ardından sadece Fenerbahçe konuşulur oldu. Önce biraz bozulmuştum ama sonradan fark ettim ki, Fener hakkında bu sezonluk son sözler bunlar. Ne de olsa sezonu kapattılar.


Dağları aşıyor, bak yakınlaşıyor...

Biz lige dönelim. Son üç haftaya giriyoruz. Kaçanlarla kovalayanların, hem kaçan hem kovalayanların, kovalamaya müebbetlerin yeniden düzenlendiği bir hafta yaşadık. Beşiktaş şampiyonluğa doğru iki adım atarken, Trabzon da buçuk adımla hem moralini hem de umudunu yeniden yeşertti. Bu sürecin tek kaybedeni Sivas oldu. Sadece iki puan geriye düştükleri için değil, hırçınlıklarından bir türlü vaz geçemedikleri için. Anadolu takımlarında oluşan Sivas sempatisini önce Bülent uygunsuz açıklamalar ve tekmelerle ardından da M. Yıldız, çemkirmeleriyle hızla tüketti. Açıkçası bu beni iki nedenle rahatlattı, birincisi olası bir gönül şikesi durumunun önünde bir set oluşması ihtimali belirdi; ikincisi de paramiliter bir zihniyetin gönüllerde "şampiyon" ilan edilmesine karşı gönüllerimizi koruma kollama gerekliliğini bir kez daha hatırlatmış oldu.

Futbol sevdamızın biricik nesnesi Beşiktaşımız birinci kupayı müzesinin envanterine kaydettirmek için Ankara dönüşünü bekleyecek. İkinci kupa ise Denizli dönüşüne inşallah.


26 Nisan 2009 Pazar

Yusuf'un Pası Sana Ne Anlatıyor Holosko?

Eskişehir Spor 0 - Beşiktaş 2

Serendipity - Son beş haftaya girdik. Yani artık geri ödemesiz harcamalar burcundayız. Dikkatli olma zamanıdır. Holosko gibi harcamaya devam ederseniz taraftarı hasretler dükkanında rehin bırakırsınız. Hem kollektivite adına hem oyun adına hem de bu oyunun en bi güzel meyvesi olan gol adına paslaşmak, uygun durumda olana servis yapmak işin birincil şartıdır. Holosko'nun ilk yarıda iki pozisyonu harcaması gerçekten çileden çıkarıcıydı. Yusuf'un Doğa'yı üç kez çalımladıktan sonra çizgiden kendisine yaptığı servisi iyi değerlendirmeli Holosko. O gol kağıt üzerinde kime yazılırsa yazılsın, belleklere Yusuf'un doğasına uygun bir güzellik olarak kazındı.

Mustafa Denizli ne düşündü bilmiyorum. Serdar Özkan'ın ilk onbirde Bobo'nun yedekte sahne almasını anlamak mümkün değil. Şaka değil, gerçekten beş hafta kaldı. Vakit varyete vakti değil. Oturmuş tertip neyse onu bozup son virajda arabayı devirmenin alemi yok.

Takım Denizli'nin geldiği ilk haftalar gibi oynamaya başladı. Sanki Sivas'ın kazanması bizimkilerin kafasında bu iş olmayacak vehmini büyütmüş gibi görünüyor. Kupa maçında kafası ligde bir takım görüntüsü çizmişti Beşiktaş, ama Eskişehir maçında kafası neredeydi anlaşılamadı. Şu aralar Ümraniye'de "kupa kalsın, şampiyon olalım" gibisinden düşünce bulutlarının dolaşıyor olmasından korkuyorum. Sanki ikisi bir arada olamazmış gibi... Üç büyüğün üçünü de şampiyon yapma hevesi, bizi iki cami arasında beynamaz kılmasın.

Kupayı eziklere, ligi şovenlere bırakmayalım inşallah!...

19 Nisan 2009 Pazar

TEZGAH

Kenan Başaran - “Velev ki” etrafımda minik minik çocuklar toplanmış ve ben onlara bir “hikâye” anlatıyorum; topların “sürtündüğü”, okların “teğet geçti”ği türünden bir masal...
Hani yani “Bamsı Beyrek”ciğim, diyeceğim odur ki, bazı şampiyonluklar bazı takımları nasıl teğet geçti, bazı kimseler kime ne kadar sürtündü, onu anlatacağım.
Anlatacağım bu hikâye kimine çok gerçek, kimine göre ise hakkaten “hikâye” gibi gelecektir!...
Bundan tam 16 sezon önce... Ortasından koca bir deniz geçen İstanbul’un Avrupa yanına düşen topraklarda iki takım “amansız” bir şampiyonluk yarışı veriyordu. 1992-93 sezonuydu ve o sezon, şampiyon olan takımdan ziyade, kaybeden takımın adıyla anılır oldu daha çok. O sezonu averajla ikinci sırada bitirip şampiyonluğu kaybeden takımın adı Beşiktaş’tı...
Şampiyon olsaydı lig tarihinde bir ilki daha gerçekleştirip; “4 sene üst üste şampiyon” olan ilk takım olacaktı...
Ama Beşiktaş’ın kaçırdığı bu unvanı Galatasaray kazanacaktı, daha sonra. Sarı-kırmızılı kulüp, 1996-2000 döneminde 4 kez üst üste şampiyon oluyor ve o gün bugündür de tribünlerinin dilinden “Üst üste 4 sene şampiyon olduk, Avrupa’nın kralı olduk...” şarkısı düşmüyordu...
Oysa bu şarkıyı bugün Beşiktaşlılar söylüyor olabilirlerdi, eğer 1992-93’te şampiyonluğu son haftada averajla Galatasaray’a kaybetmeselerdi.
Ne var ki o sezon şampiyonluk kaybetmek değil de kaybetme biçimi daha çok koymuştu siyah-beyazlı gönüldaşlara. Çünkü son hafta Beşiktaş, İstanbul’da 1-0 yenik duruma düştüğü maçta Başkent Ankara’nın güzide temsilcisi Gençlerbirliği’ni 3-1 yenerken, aynı saatlerde başkentin göbeğinde Galatasaray, Ankaragücü’nü 8-0 ile geçiyordu...
Futbolda her şey olabilirdi ama bu kadarı galiba biraz fazlaydı...
Kanunlar, alimler, otoriteler kim ne derse desin o gün vicdanın bize söylediği buydu...
O gün Galatasaray Futbol Şubesi’nin koltuğunda Adnan Polat oturuyordu!
1992-93 sezonundan sonra “4 sene üst üste şampiyon olduk...” şarkısını söyleyeceklerine “8-0’ı unutmadık, unutmayacağız...” şarkısını dillerine doluyorlardı Kartallar... Önümüzdeki haftalarda İnönü’de oynanacak derbide de tekrarlanacaktır muhakkak; Galatasaray Başkanı Adnan Polat da geldiğinde!...
“Evvel zaman içinden”den 3 yıl evveline gelelim “Bamsı Beyrekciğim”!
2006 sezonunda Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören, Adnan Polat ile bir dostluk yemeği yiyip, “Galatasaray’ın şampiyon olmasını istiyorum” demiştir. Oysa “hak eden kazansın” demesi gerekiyordu başkanın, çünkü Beşiktaş töresi bunu buyururdu!
Taraftarları sesleri yettiğince bağırıp çağırdılar tribünden, başkanlarının bu arzusuna karşı. Galatasaray maçında da futbolcuların büyük çoğunluğu canla başla mücadele eder ama “bazısı” rakip 6 pasın oralardan dahi kendi kalecisine geri pas yapar neredeyse! Maç nihayete erdiğinde “Bamsı Beyrek”, son saniyede gelen golle Beşiktaş 2-1 yenilir. Hasan Kabze’nin son saniye golü Galatasaray’a şampiyonluk, Beşiktaş’a ise “ithamlar” yolunu açmıştır!
3 yıl evvelinden bugüne gelelim “Bamsı Beyrek”!
Bugün Beşiktaş, Sivasspor ile şampiyonluk yolunda yarışıyor. Matematiksel olmasa da “kafa olarak” şampiyonluktan koptuğu izlenimi veren Galatasaray, evinde doğru düzgün pozisyon bulamadan Fenerbahçe ile berabere kaldı. Tribünleri yıkılma tehlikesi geçirdi, futbolcuları rakiple karakolluk oldu ve takım şampiyonluk yarışının iyice uzağına düştü. Peki, Adnan Polat maç sonrası ne dedi? “Beşiktaş’ın şampiyon olmasını istiyorum” mu dedi? Bilakis.
Adnan Polat, “Tezgâh kurulmuş. Fenerbahçe ile bizi ligden düşürdüler” diyerek, Beşiktaş ve Sivasspor’un mücadelesinin önüne koca bir “taş” koydu. Ama bu taş ille de Beşiktaş’ı yaralar. Hele ki Yıldırım Demirören’i.
Sayın Demirören, “dostu” Adnan Bey’in bu açıklamasını dinlediğinde veya okuduğunda 2006 yılına geri gitti mi? Fayda etmese de bir pişmanlık duydu mu?
Gelelim bugünden yıllar sonrası olacak olanlara “Bamsı Beyrek”...
“...Yıllar sonra Aruz, Bamsı Beyrek’i obasına dostça çağırır. Ancak ona pusu kurmuştur ve onu yakalatıp sağ kolunu keser…”

kenanbasaran@birgun.net / 11:36 18 Nisan 2009

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1186995432&news_code=1240043760&year=2009&month=04&day=18

5 Nisan 2009 Pazar

Başkan biz 'gaz'a geldik, size hayatta başarılar!

Beşiktaş 1 - Kayseri Spor 0

Serendipity - Hafta başında gerek mail gruplarında gerekse forumlarda Yıldız-Dolmabahçe meşaleli yürüyüşü hakkında duyurular, çağrılar yapılmaya başladı. Yani sahipsiz olmayan bu kulübün tabeladaki sahipleri, başkanı; yönetim kurulu; ıvırı zıvırı yürüyüşten haberdadı. Yine sahipsiz olmayan bu kentin tabeladaki sahipleri, valisi; emniyet müdürü, belediyesi; falancası filancası bu yürüyüşten haberdardı.

Bir şenlik için hazırlanan taraftar, öyle güzel bir atmosfer yarattı ki semtte, bir şölen sergilendi yolboyu. Bu coşum, bu esrime Çarşı'dan İnönü'ye kadar otobüsle birlikte yürüme fitilini de ateşledi. Her aklı başında muktedirin (valisi, emniyet müdürü, kulüp başkanı vs.) kolayca öngörebileceği, öngöremeyene koltuğun dar edileceği bir durum yani. Şenliğe şölene su sıkmak, gaza boğmak dışında bir kriz yönetimi beceremeyenlerler kenti göbeğinden zehirlediler. Öğlen Kadıköy'de "Nato'ya Hayır!" mitinginde hınçlarını alamayan teşkilat mensupları, akşam İnönü'de 1 Mayıs ezberlerini tekrarlamaktan geri kalmadılar.

Polisten başka bir davranış beklenmezdi zaten. Ama bizim başkan hepten kaçırdı kantarın topuzunu:
"Bugün oynanan Beşiktaş-Kayserispor maçının öncesinde Beşiktaş taraftarları Barbaros Bulvarı'ndan itibaren Futbol Takımımız'ı getiren otobüse eşlik ederek, Takımımız lehine tezahüratlar yapmak için biraraya geldiklerinde maalesef son derece üzüntü verici olaylar meydana gelmiş, taraftarlar arasına giren, davranışları asla kabul edilemeyecek bazı gruplar polisimize karşı zaman zaman hoş olmayan davranışlarda bulunmuşlardır.

Özellikle polis teşkilatımızın 164. yılını kutladığımız böyle bir haftada sağduyudan, itidalden yoksun kişilerin görevlilere yaptığı bu yanlış hareketler Beşiktaş Camiası'nı ve Yönetimimiz'i derinden üzmüştür.

Ancak olaylar ve eylemlere müdahale sırasında birçok masum taraftarımızın maça gelişlerinde ve stadyuma girişlerinde zarar görmeleri, fiziki itiş kakış içinde kalmaları ve mağduriyete uğramaları üzüntümüzü daha da arttırmıştır.

Süper Lig'in son haftalarına girerken ve Takımımız tüm Camiası ile kenetlenip şampiyonluğu hedeflerken gerçek Beşiktaş taraftarlarının daha sakin, ölçülü hareket içinde olmaları gerektiğini, bugünkü olaylardan tekraren büyük üzüntü içinde olduğumuzu kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız."

Açıklama budur. Polisin nobranlığı yok, 164. yılı var.

Taraftarına sahip çıkmayan yönetim aslında çok bildik bir izlekten hareket ediyor. Hayranı olduğu Fenerbahçe padişahı Aziz gibi davranmaktan hoşlanıyor; ama asıl izlek o değil. Yeni futbol anlayışı yavaş yavaş taraftardan arınmak istiyor. Takımlarına gönül vermiş, renkleriyle yatıp kalkan taraftar yerine, lisanslı ürün alan, stada müşteri gibi gelip müşteri gibi maç izleyip müşteri gibi giden izleyici istiyor artık modern futbol. Ya tüket ya terket! İşin özeti budur. "Stadı Mayıs'ta yıkarız, önümüzdeki yıl da Anadolu'da oynarız." açıklaması da bu amaca hizmet ediyor elbette. Beşiktaş taraftarını dağıtmak, tasfiye etmek için ne güzel bir yol değil mi? Kasımpaşa Stadı dururken Anadolu'nun çeşitli kentlerinde oynayacakmış takım. Niye? Beşiktaş sevgisini Anadolu'nun değişik yerlerine de yaymak için. Saçmalamayın yahu! Kuvayı Seyyare misiniz siz? Anadolu'da bir direniş mi örgütleyeceksiniz?

Biz polisin attığı zehiri bundan 5 yıl önce bir genel kurulda ciğerlerimizde idrak etmiştik zaten, sayın başkan. Ama bu sefer gerçekten gaza geldik, bu takım bu sene şampiyon olacak ve umarım seneye bu takımın başında siz olmayacaksınız. Ankaralıların kabusu Gökçek'ten aşağı kalır bir tarafı yok bu durumun. Siz seneye Anadolu'nun çeşitli yerlerinde birer tüpgaz bayii açın ve her hafta birini ziyarete gidin sayın başkan. Hadi size hayırlı işler.

28 Mart 2009 Cumartesi

Çingeneyiz biz...!


Sarayspor'un Dönüşü Muhteşem Olacak

Edirne'de 250 Roman genç, İl Emniyet Müdürlüğü'nün sağladığı destek ile lisanslı futbolcu oldu. İl Emniyet Müdürlüğü Çingenelerin toplumla sağlıklı bir biçimde entegrasyonunu sağlamak için bir dizi proje hazırladı. Gençlerin kötü alışkanlıklardan korunması ve geleceğe en iyi şekilde hazırlanmaları için başlatılan bu çalışma büyük ilgi gördü.

Yaklaşık 250 sporcu Edirne U-13, U-14, A Gençler, B Gençler, Yıldızlar ve 1. Amatör Ligler'inde mücadele ediyorlar. Çingene gençlerin teknik direktörlüğünü öğretmen Bekir Elmalı yapıyor. Sporcu gençler için, 1960`lı yıllarda romanlar tarafından kurulan ancak maddi imkânsızlıklar nedeniyle kapatılan Sarayspor Kulübü yeniden faaliyete geçirildi. Kulüp için tam donanımlı bir tesis inşa edilmeye başlandı. İnşaatın tamamlanması ile birlikte gençler daha iyi şartlarda spor yapma imkânına kavuşmuş olacak.

Kaynak: Cihan Haber Ajansı

26 Mart 2009 Perşembe

Hoca bize yıldız topçu alma!



Serendipity - Mustafa Denizli'nin bugün basına düşen demeci şöyle: transfer döneminde pek gelen giden olmaz!
Bir önceki yazımda, bu takım Avrupa vizesi alırsa orada işi zor diye yazmış, Ernst burcundan söz etmiştim. Denizli'nin bu transfer hatırlatmasından sonra tekrar baktım da sanki benim yazımdan takıma yıldız transferler yapılması, hem de yabancı olması gerektiği anlamı çıkar gibi oluyor.

Zinhar, böyle bir emelim yoktu. Tam tersine bize topçu transfer etmeyecek, gencecik kardeşleri bize kazandıracak bir hoca hasretiyle yanıp tutşuyoruz kaç zamandır. Avanos'ta, Niksar'da, Ayvalık'ta ve daha bilmem kaç bin yerde sırtına Beşiktaş forması geçirip top sürerken kendisine spikerlik yapan yavru kartallar yok mu: "Delgado topu aldı, Delgado çalımını attı, Delgado vuruyooor veeee goooool!" var elbette.

Hocam, başkana söyleyiverin bize yıldız topçu almasın. O parayla yeni Metinler, Feyyazlar, Rızalar yetiştirelim. Olmaz mı?

23 Mart 2009 Pazartesi

Hafif bir başağrısıyla uyansak o sabah...

Sivas Spor 1 - Beşiktaş 1

Serendipity- Bu sene ligin gidişatı Beşiktaş için üç malum senaryo içeriyor. Bunlardan birincisi işlerin yolunda gitmesi ve Beşiktaş'ın az bir puan farkıyla da olsa şampiyon olması. İkincisi işlerin ters gitmesi ve Beşiktaş'ın az bir puan farkıyla 2. olması ve Türkiye Kupası'nı müzesine götürmesi. Son olasılık da işlerin bayağı bir kötü gitmesi ve Beşiktaş'ın kupaya da veda ederek ligi başaltında bitirmesi.

Üçüncü olasılık gerçekleşirse Beşiktaş, Dolmabahçe'den başlayarak Akatlar'a kadar 7,8 şiddetinde sarsılır ki, bu sarsıntının altından yönetim dahil kimse kalkamaz. Tabii burada pişkinlik derecesi de en az richter derecesi kadar önemli. Yönetim yine, hala, bir kez daha, ilelebet görevinin başında olduğunu açıklayabilir. Her ne olursa olsun, bu olasılık seneye bu takımın büyük bir revizyonla kramponlanmasına neden olacak. Hoca gider, Delgado gider, Holosko gider vs.

İkinci olasılık gerçekleşirse Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi için ön elemeli de olsa vize alır. Ön elemeleri geçmesi de muhtemel. Ama eğer gruplara kalırsa bu onbir, ŞL yükünü taşıyamaz. taşıyacağını ümit edenler şapa oturur. Yusuf'un lig maçlarında yüreğimizi şad eden çalımları, ortaları bırakın devleri, ortalama bir Avrupa takımı karşısında bile iş görmez. Yani ikinci olasılık gerçekleşirse Beşiktaş'ın yine yeni kramponlara ihtiyacı olacak. Ama sicili Gordonlarla, Diattalarla bozulmuş olan yönetimin transfer döneminde ille de Ernst burcuna girmesi gerekir ki bu ne kadar mümkün bilemiyorum.

Birinci olasılık gerçekleşirse yönetimdi, taraftardı öyle bir halet-i ruhiyeye bürünürüz ki; büründüğümüz heletten de ruhiyeden dekorkarım. Zira yönetim kupayı alıp kapı kapı dolaşmaya çıkacak, Anıtkabirle başlayan turne emekli ve fiili muhtarlar odası derneğinde son bulacak. Tüm bu tatava arasında da yeni sezon vhazırlıkları güme gidecek tabii ki. Bir de takımı şampiyon yapmış hocanın ve topçuların giydirilmiş faturaları çıkacak yönetimin önüne. Vay halimize.

Biz, şampiyonluk hasretiyle çok çile çekmişler olarak, esriyeceğiz ve bu esrik hal aylarca sürecek. Rakiplere inat herkes bütçesi oranında şarabın, rakının boynunu kıracak. Eş-dost, iş-okul çoluk-çocuk unutulacak. Hafif bir başağrısıyla afyonumuz patlamaya başladığında bir de göreceğiz ki aaa! yeni sezon başlıyor. Yönetim bir takım topçular almış, bir takım topçular satmış. Kimileri satıldığını gazetelerden öğrenmiş...

Bu iyi midir, kötü müdür bilemiyorum. Bunu bilmek de istemiyorum. Evet yahu bugün için yaşayıp yarını düşünmek istemiyorum. Ağustos geldiğinde bakarız ne olmuş, ne olacak diye.

Şimdi ille de şampiyonluk... Başkan'a, yönetime, medyaya, Toroğlu'na inat şampiyonluk.

16 Mart 2009 Pazartesi

Güneş'in katkısı


Sudabalık - Yavru kuşum Güneş doğduğundan beri (21 Ocak) Beşiktaşımız hiç yenilmedi. Onun şerefine şampiyonluk da bu sene bizim olacak umarım :)


Güneş farkında değil ama her BJK maçında o da formasını giyiyor. Maçı seyretmek yerine de uyumayı tercih ediyor. Büyüyünce tribünden izleyecekmiş..

15 Mart 2009 Pazar

Gönülden Gönüle Yol Gizli Gizli!


Beşiktaş 3 - Gençlerbirliği 0


Serendipity - Bu akşam Kapalı'da maçın başında açılan bir pankart, biz eski açık çilekeşlerini hayrete düşürdü. Devletle, otoriteyle bu kadar gönüldaş olabilen bir pankart, Kapalı'yı mesken tutmuş Çarşı'nın A'sıyla yanyana düşünüldüğünde gerçekten hayrete düşürücüydü. İhtimal ki, yönetim bastırmış parayı, pankartı yaptırıp vermiş Çarşı'nın eline. Pankartın meali, kaypak ülke insanları olarak yabancısı olmadığımız bir yalakalığı içeriyordu: Yeni stad projesi için bize izin ver ey cumhurun başı! Hani, nerede Beşiktaşlılık duruşu?


Gönüllerimiz haraç mezat satılmadığı sürece; köşklerimize oturacak misafirleri biz seçeriz. Sizin gönülleriniz ve köşkleriniz sizindir, karışılmaz. Ama bizim gönül köşklerimizin kapısı sivile açık, devlete sürgülüdür; sımsıkı.


Ehl-i Dil'imiz, yani gönül ustamız Neşet Ertaş'ın söylediği gibi
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle yol gizli gizli...

***
Şampiyonluk yolunda yol tutuşumuz gözle görülür bir biçimde berkleşiyor. İlk yarısında top göstermediğimiz Gençlerbirliği'ni, ikinci yarıda attığımız gollerle yenerken, aslında 4 hafta üst üste kazanarak maküs talihimizi de yeniyorduk. Ernst'in yönettiği orkestrada Delgado'nun arşesi kırık, Ekrem ilk kez tık nefes, Tello dört dörtlük ve Holosko solodaydı bu akşam. Orkestranın virtüözü tartışmasız Yusuf'tu. Sivok'u da unutmamak lazım, aryasını bir golle de süsledi aslında; ama hakemin anlaşılmaz hareketleriyle değer kazanmadı maalesef.


Adım adım şampiyonluğa ilerliyoruz. Adım adım şampiyonluk geliyor bize. Neşet ustayla bitirelim:
Hoyratlar görmeden gel gizli gizli!

8 Mart 2009 Pazar

Ankaralı Olanlarınız Bilirler...!

http://wowturkey.com'dan alınmıştır.

Hacettepe 2 - Beşiktaş 3

Serendipity - Ankaralı olanlar bilir, Hacettepe Ankara'nın en eski semtidir. Sayısı çok az olan kilise ve havraları vardır. Cebeci'nin Yenişehir'e uzanan koçbaşı gibi, Kale'nin gölgesinde hem Engürü'nün hem de Başkent Ankara'nın en eski, en bilge tanıklarından birisidir. Hastaneleriyle bugünün, Atpazarı; Samanpazarı ve Hamamönü'yle geçmişin temsilcisidir. Hacettepe, Ankara'da bir kültürel mirası temsil eder. Gençlerbirliği'nin rezerv takımıyken adını değiştirerek Hacettepe'yi seçmiş olması manidardır. Temsil ettiği kültürel miras bu lige belediyenin oyuncağı Ankara Spor'dan daha çok yakışmaktadır.

Ama düşüyorlar! Düşecekler demek falcılık sayılmaz, yine de bir mucize olsa ve mor-beyazlar Penbe'nin yönetiminde lige tutunsalar, ben dahil pek çok Ankaralı sevinir, sanırım.

Beşiktaş bu akşam 15 dakikalık resitalden sonra, deyim yerindeyse detone oldu. Ritm kaçırdı ve yaylılarla nefesliler arasındaki harmoniyi kaybetti. Kaybetti de ne oldu? Gelecek haftalara futboluyla değilse bile puantajıyla umut taşıdı. 61. dakikada Kalkan'ın şutu direkte patlamak yerine Denizli'nin başında da patlayabilirdi. Herkesin üzerinde uzlaştığı konu Beşiktaş'ın büyük takım olması hasebiyle bu maçtan 3 puan çıkarmayı bilmesiydi. Bu bile büyük bir umut kaynağı, nicedir büyük takım olarak anılmayı unutmuştuk. Nicedir büyük takım olmadığımızdan değil, yöneticilerin büyük takım olmanın ne demek olduğunu bilmiyor olmalarından.

3 puanı cebe attık, cetvelde bir üst basamağa çıktık. Kovalayanlardan daha hızlı koşmamız, kaçanı yakalamak için de fazladan depar atmamız gereken haftalar başlıyor. İlk sınav önümüzdeki hafta Gençlerbirliği ile. Bu da 3 puanlık bir maç. Ama asıl 6 ya da 9 puanlık Galatasaray, Fenerbahçe, Sivas maçlarına odaklanmamız gerekiyor.

27. hafta gerilimiyle hipertansif bir güruh yaratan hocamıza hatırlatırız.

27 Şubat 2009 Cuma

Belediye yatıyor, Topbaş Göreve

Beşiktaş 2 - İ.B.Belediye Spor 1



Geçtiğimiz ayın revaç görmüş ana konusu başbakan Erdoğan'ın "van minıt"ı üzerinden 10 emirin neyi va'zettiği meselesiydi. Hayat alanında yapılmaması gereken 10 kusurlu hareketten birisi de "çalmayacaksın" emriyle yasaklanan hırsızlık gerçeğidir. Futbol tanrıları bu akşam Belediye'cilere hatırı sayılır bir günah cezası kesmiş olmalıydılar. Ama o tanrıların yeşil sahalardaki tecellisi olan hakem triosunun eli nedense koçana hiç uzanmadı, bu akşam. Nihayet makbuzu önce Tello sonra da Zan kesti.
Abdullah Avcı, Türkiye futbol ortamlarında ufaktan saygıyla baktığım, önümüzdeki maça bakıyoruz demeyişiyle sözcük dağarcığına güvendiğim bir hoca. Ama Belediye'nin ilk yarıda 3 net gol pozisyonu bulmasına rağmen oyundan yaklaşık 10 dakika çalmasına göz yummasını - ve belki de oyuncularına bunu öğütlemiş olmasını - yakıştıramadım. Güzel Türkçemizin futbolcasını sergilemesini beklemiştim oysa. Her pozisyonda yere yatıp kalkmayan oyuncular yaklaşık bir 5 dakika çaldıysa oyundan, kaleci Hasagiç tek başına diğer 5 dakikayı indirdi cebe. Onun makbuzunu da mabedin emektar çimleri kesti. Futbol tanrılarının sopası varmış, ha Haso, ne dersin? Beşiktaş tribünleri bir kez daha toplumsal bir yaraya parmak basarak, 10 emir'e karşı gelen futbol hırsızlarını hep bir ağızdan protesto etti: YAT! YAT! YAT!

Buradan Topbaş'ı göreve çağırıyorum. Genel başkanınızın 10 emir konusundaki hassasiyetini tüm kurum ve kuruluşlarınızda hayata geçirmek için bir yönetmelik hazırlayın lütfen. Zabıtanız pazarcı esnafından rüşvet alarak hırsızlık yapıyorsa, futbol takımınız süreden çalarak hırsızlık yapıyorsa otruduğunuz makam haram üzerine kurulu demektir. Bizden söylemesi hırsızlık günahtır.

Maça gelince: Beşiktaş bu futbolla devam ederse 26. haftada da 260. haftada da umut veremez. Trabzon maçının ruhuna yeniden bürünmediği sürece Chatlak'ın kolay gördüğü önümüzdeki 3 maç da bizim için kabusa dönüşebilir. Geçen yazıda Cisse sırıttı demiştim; ama bu maçta orta sahanın özellikle ilk yarıda bu kadar etkisiz olmasını, bilmem ki, onun yokluğuna mı Delgado'nun çıtkırıldımlığına mı bağlamak gerekir. Radyoda Güntekin Onay'ın verdiği istatiskiler Cisse, benim kalbim Ernst diyor. İşte size bilim-duygu çatışmasına bir örnek. Bu ikliyi bir arada oynattığınızda ya Delgado'dan ya da çift santrafordan vaz geçmeniz gerekiyor. Hoca olsam Trabzon maçındaki gibi, Ernst-Cisse ikilisiyle başlayıp gidişata göre Delgado'yu almayı düşünebilirdim. O zaman da Yusuf ne olacak sorusu geliyor akla. Ez cümle atıp tutmak kolay, hocalık zor iş belli ki.

Bir paragraf da Hakan'a... Liverpool maçında 8 yiyince Terim'in listesinde üzeri çizilmişti kalecimizin. Allahtan Sağlam da Denizli de vaz geçmedi ondan. 8-0'lık hezimette faturanın Hakan'a çıkarılmasını haksızlık olarak düşünüyorum. Metalist maçında da hatalı bir gol (ilk gol) yemiş olsa da refakatçi bir defansla dans ettiği sürece böyle goller yemesi kaçınılmazdı. Hakan'ın çok iyi bir kaleci olduğunu düşünüyorum. Bugün yediği golden sonra bizim eski açık'tan kendisine küfredilmesine de üzüldüm doğrusu. Serbest vuruş gelmiş Adriano bomboş vurmuş kafayı. Hakan topu çelmiş ama topun indiği yerde 3-4 Belediyeci var, Beşiktaşlı yok. Bu top gol olmasın da hangisi olsun?

Sonuç olarak kötü oynasa da bir maç kazandı Beşiktaş. Hem de 4. kez karşılaştığı rakibini ilk kez yendi. Bizim için tek gerçek, bu hafta sonunun çok güzel geçeceği. Fener-Sivas maçında 0'lı, 1'li sonuçlar bizi sevindirecek. Trabzon'un Şifo'lu Antalya önünde işi zor. Cimbom UEFA sarhoşu...

Sonuçlar ne olursa olsun ayaklarımızı uzatıp meyve tabaklarımızı parmaklayarak, rakımızı yudumlayarak huşu içinde izleyeceğiz rakipleri. Bir de, rüşvetçi zabıtacıların değil, emekçi çöpcülerin elleriyle dokunacağız sevdiklerimize.

24 Şubat 2009 Salı

27. hafta ola, hay'rola...

Chatlak - Beşiktaş’ın önünde çeşitli eşikler var. Tabii ki her takımın var. Ama Beşiktaş’ın eşikleri öyle belirgin ki, Denizli’nin 26. hafta büyüsünün anlamı da burada gizli zaten. Yani önümüzdeki 3 haftaya bakıyorum da çok ilginç maçlar var. Biz 9 puanı cebimize koyarsak rakiplerimizin birbirleriyle yapacaklar maçlarda her halükarda buhar olup uçacak puanlar, hanemize işlenecektir.

Şöyle ki kağıt üstünde 3 kolay maç oynayacağız. 2’si içerde 1’i dışarıda: Büyükşehir, Hacettepe, Gençler… Aslında başta Büyükşehir olmak üzere (ki belalımız kendileri) kolay olmayacağını düşünenler olabilir. Fakat nispeten zorlu haftalar başlamadan zaruri olarak yenmemiz gereken maçlardır. Diyelim ki (tahminimce de gerçekleşecektir) 9 puan topladık ve sepete koyduk. Bu 3 hafta içerisinde FB 2 zorlu maç yapacak. Sivas ve Kayseri maçları. Arada Sivas ile bir de kupada karşılacak. Fizik gücü oldukça iyi olan Kayseri ile deplasman da hem de… Bu arada GS’de Konya ve Trabzon deplasmanlarına gidecek. Yani her halükarda bu takımlardan kim kimi yenerse, berabere de kalsalar bize yarayacak. Tabii 9 puanı aldığımız takdirde. 3 hafta sonra lider bile olabiliriz!

Sonrasında 2 hafta bizim için zorlu. Keskin bir viraj. Sivas deplasman ve Kayseri içerde… En az 4 puan almalıyız. Eğer bir yenilgi payımız olursa da bu Sivas’a değil, Kayseri’ye olsa… Trabzon nispeten kolay maçlara çıkıyor. Ama tökezlemeye başladılar zira. 2 mağlubiyete bakar bu iş Trabzon açısından. Klasik Ersun Yanal'ın –değişmediyse- bana öğrettiği bir şey var: Yanal’ın takımları sezon başı erken form tutar, sonra düşüşe geçerler…

Ve 27. haftadayız. Biz Kocaeli ile oynarken GS – FB maçı kapışıyor. Yesinler birbirlerini. Puanlar bize yazılacak nasılsa. Şimdi böyle uzun uzun yazmanın anlamı yok… 6 hafta sonunda lider olacağımızı tahmin ediyorum. Gerçi Beşiktaş beni çok yanıltmıştır ama bu sefer diyorum, bu sefer!

23 Şubat 2009 Pazartesi

İnönü'de Kırlangıcı, Antep'te Atmacayı Gördük, Şampiyonluk İçin Kartal'ı Bekliyoruz

Beşiktaş 1 - Trabzon Spor 1
Gaziantep Spor 0 - Beşiktaş 3


Serendipity - İngilizlere atfedilen bir atasözü vardır: bir kırlangıçla bahar gelmez! Geçtiğimiz hafta Trabzon maçında Beşiktaş öyle baskılı bir oyun oynadı ki, neredeyse tribünleri dolduran herkes yıllardır bu kadar keyif veren bir Beşiktaş izlemediği konusunda hemfikirdi. Pozisyon zenginliği, kaçan goller, kısacası endüstriyel futbol açısından geçerli değil bu söylediklerim. Çocukluğumda itfaiyecilerin öğlen aralarında nasıl voleybol maçları yaptıklarını izlemiş birisi olarak; yıllar sonra anladım ki, onların yangın söndürmek için sahip olmaları gereken takım oyununun antrenmanıydı o maçlar. Açık verme, açık veren arkadaşını kolla, o açığı kapat ve yine kendi görev bölgene dön. İşte geçen hafta Trabzon maçında ben o itfaiyecilerin voleybol maçlarından aldığım keyfi aldım. Evet, bu keyfi aldım; ancak tek bir kırlangıçla baharın gelmeyeceğini bilecek kadar da bu takımın perestliğini yaptım. Türkiye Kupası'yla avunmaya zorlanan bir güruhun ortak bilinçaltını nöronlarımın en kuytu dehlizlerine kadar idrak ettim. O yüzden temkinliyim.
Beşiktaş'ta fark yaratan en önemli etkenin Fabian Ernst olduğunu söylemek isterim. Takım oyunundan söz etmişken tek bir oyuncuyu ön plana çıkarmak çelişki gibi görünebilir. Ama Fabian'ın getirdiği ruh, takımdaki pek çok gizil gücü tetikledi diye düşünüyorum. Başta Üzülmez, sonra terlik kardeşi Toraman ve zaten bir çıkışı kovalayan Tello. Nobre'nin bu sezon yeni bir anlayışla futbolunu zenginleştirdiğini söyleyerek canını dişine takarak oynamasını bu yeni motivasyona bağlamak doğru olmaz. Ama Fabian'ın gelişiyle Cisse'nin daha bir sırıttığını söylemek de her gören gözün boynunun borcu olsa gerek. Geldiği günden bu yana işte bu adam bu yüzden transfer edildi diyecek bir maç çıkarmadı bize. Fabian geldi ve Cisse'nin takkesi daha bir düştü. Fabian ileride basıyor, defansta top çalıyor ve ne ilginçtir ki, olumlu pas yüzdesiyle oynuyor. Kuntz'dan sonra bu takımda iyi işler yapacağının sinyalini veren bir Almanımız daha oldu. Bu sevindirici.
Denizli, ne hikmetse, tek forvet ısrarından vaz geçti. Bir doğruyu yaparak, malesef, kariyerinde derin bir çatlak oluşturdu: basın ve yönetici baskısıyla takım kurma çatlaması.
Bir paragraf da Antep'e açmak gerek. Nurullah Sağlam değilse bile Antep'li futbolcuların Trabzon karşısındaki Beşiktaş'tan etkilendiğini ve maça çıkarken bu etkinin altında kaldıklarını söyleyebilirim. İlk yarıda öne geçebilecek pozisyonlar yarattılar. Hatta o pozisyonlardan ikisinde Bobo ve Nobre'nin kendi kalelerine gol atmaları işten bile değildi. Ama yapamadılar, yaptıramadılar. İlhan'ın yerine oyuna giren Bekir'in ve Beto'nun harcadığı pozisyonlar Antep taraftarına saç baş yoldurtmuştur herhalde.
İnönü'de bir kırlangıcın süzülüşüyle maçlar alabilir Beşiktaş. Rakibini Antep gibi yakaladığında deplasmanda bir atmaca edasıyla 3 puanı koparabilir. Ama kendimizi kandırmayalım. Bu Beşiktaş'ın 2008-2009 sezonunda deplasmandaki henüz 3. glibiyetidir. Şampiyonluk için Deplasmanda bir Kartal'a ihtiyacımız var. Bunu mevcut yönetim sağlayamaz; Denizli'nin sağlayabileceğini de sanmıyorum. şampiyonluk için umudumuzu diri tutacak tek veri 14 inanmış adam olabilir. İçeride Fenerbahçe ve Galatasaray, deplasmanda Sivas'tan alınacak toplam 9 puan ve içeride Kırlangıç, dışarıda Kartal olabilecek bir Beşiktaş şampiyon olabilir. Yönetime, Denizli'ye, hakemlere ve bize rağmen.